"Yazarın adına bakarak beni hem cinsi
sanmayın. Beni hemzemin geçitlerden geçen her trenin girdiği ilk tünelin
yalnızlığına itmeye çalışan yazardır. O,ne yazarsa yazsın ben
kendiliğindenliğimi kaybetmem. Olayın, hikayenin, anlatının kahramanı benim. Bu,
benim öyküm. Yazar istediği kadar
ellesin. Allem etsin kallem etsin...öykücü benim.
Yazar olsun kabzımal olsun hazneye zerk edilmesi
gereken ilaç gibidir erkekler. İlaç firmasının kendi uydurduğu şırınga buna çok
uygundur. Adına aplikatör, kanül denilen aletler geliştirmişlerdir. Hepsi tüpün
içindekini hazneye ittirmeyle çalışır. Ve hepsinin bir ticari boyutu
vardır."
Bunu söyleyen kukusu nevazil olmuş arkadaşımın
içinde bulunduğu aşırı yalnızlık, ona olan güvenimi sarsmasa da içime bir kurt
düşürmüştü. Sağaltma amacıyla bedenin
altına yapılan her tasallut, kadınları tedirgin eder. Çünkü kadınlar erkek
jinekologları tercih ederler.
Hani dedim,
şimdi tarafsız düşünemez,ön yargılıdır. Her ne kadar erkeklere hiç güvenmesem
de onlara haksızlık etmek istemem. Bu, tamamen kendi kişiliğimle, dürüst olmamla ilgilidir. Sonra bir erkek ve bir ilişki,
tıbbi cihazlarla açıklanamaz ki! Durumuna üzüldüğümü söyleyemem.
Söyleyebileceğim, fesleğenler ve erkekler üzerine.
Her şey Ayfer Tunç'un Taş-Kağıt- Makas üçgeninde
başladı. Üşenmemiş doksan sekiz tane çiçek adı yazmış. Üşenmedim saydım; ama
söylerler ya kadınların pek matematiğe kafası çalışmaz. Umarım doğru
saymışımdır. Çocukluğumdan beri kız olmam nedeniyle çiçeklerle ilgim olması
gerektiği açıkça söylenmese de ima
edildi diyebilirim. 'Fesleğen nasıl mıncıklanır' gösterildi. Sanki çok zordu.
Saksıdaki çiçeği düpedüz avuç içiyle taciz ediyorsun işte...olan bu. Fesleğen
bundan memnun mu hiç kimsenin umurunda değil.
Kaba saba bir dokunuşla yaprakları sıkıyorsun sonra elini burnuna yapıştırıveriyorsun. Ayfer Hanımı bilmem ama bizim komşumuz Reyhanların
bir sürü fesleğeni vardı. Babası sivrisinekleri kovduğuna inandığı için kapıyı
bacayı fesleğenle donatmıştı. Soranlara:
"Kokularını seviyorum, hem de kokuları sivrisinekleri
kovuyor." dese de aslında başka, gizli bir inanca sahipti. Kızını
erkeklerden koruduğuna bütün varlığıyla inanıyordu. Reyhan, benim çok kıskandığım çok güzel bir kızdı. En yakın
arkadaşım olmasına rağmen, ona onu çok kıskandığımı hiç belli etmedim. Belki de
bana olan sevgisi, benim ona olan sevgimden daha samimi ve güçlü olduğu için,
belli etmediğimi sandığım kıskançlığımı önemsemedi. Çiçeklerden bir fesleğeni
tanıdığımı yalnızca Reyhan biliyordu.
Babasının gecekondularının bahçe duvarına dizdiği
fesleğen saksılarından biri Reyhan için çok önemliydi. Saksı dedimse on kiloluk
Tat Salçalarının teneke kutularını dile getiriyorum. "Salça bu ne biçim
kalça!" Salça geçince aklımdan erkeklerin bayıldığı bu sözü söylemeden
edemem. Reyhan, fesleğeni sevdiğinden
önemsemiyordu. Sevgilisi fesleğen tenekesini, siz saksı diyorsunuz, posta
kutusu olarak kullanıyordu. Oğlan,yazdığı mektupları fesleğenlerin altına
koyuyordu. Böylece her yazılan, toprak ve fesleğen kokuyordu. Her ne kadar babası
fesleğenleri küçük bir enik gibi okşarken kızını koruduklarını düşünse de...O
zamanlar cep mesaj yoktu. Teknoloji, henüz verileri sadece 1 ve 0 ile
değerlendirmiyordu. Ya da değerlendirdiği yerler vardı; ama biz o yerleri
bilmiyorduk. Doğanın parmakları, tuş takımlarında değil toprak, bitki ve insan
dokusunda dolaşıyordu. Sevgilinin haberleri, fesleğenlerde gül olabiliyordu.
Zühtü Amca,
fesleğenlerini sularken beyaz çiçeklilere farklı, pembe çiçeklilere farklı
miktarda su veriyordu. Her sulamada
kızının üniversiteyi kazandığını düşlüyordu. Reyhan lise üçe gidiyordu.
Aynı sınıftaydık. Yarın ne olur bilemiyorum şimdi siz 11. sınıf diyorsunuz.
Reyhan, lastik tamircisiyle konuşuyordu. En son
üniversite sınavından önceki gün fesleğenden gelen haberle buluşup parkta
sevişmişlerdi. Sınav sonucuna kadar görüşmemeye karar verdiler. Reyhan,
üniversiteyi kazanmadı. Lastik tamircisi Kamil ile kaçtı. Zühtü Amca küstü; düğünlerine
bile gitmedi. Mahallenin evde kalmaya yazgılı kızlarıyla kaçamak düğüne gittik.
Zühtü Amca, anlamıştı o akşam sinemaya
diye çıktığımızda Reyhan'ın düğününe
gideceğimizi; ama ses etmedi. Gülümseyerek sadece bir cümle kurabildi:
" Sinema için fazla süslenmişsiniz."
Reyhan, daha sonraki görüşmelerimizde hep mutlu
olduğunu söyledi. İnanmadım. Bir erkekle ne kadar mutlu olunulabilirdi ki?
Belki de bir erkekle olunulabilecek mutluluğun en üst sınırındaydı ve gerçekten
kendisini mutlu sanıyordu. Yaşadığı evliliği öyle değerlendiriyordu. Aman bana
ne! Şimdi ikizleri var. Onlarla uğraşırken hayatı akıp gidiyor. Kamil, işi
büyütmüş. Araba yıkama istasyonu açmış.
Zühtü Amca, hala affetmedi onları. İçten içe
üzülüyordu ve bahçe duvarındaki fesleğenlerden birinin kurumasının nedenini
onları affetmemesine yoruyordu: " Önce anası gitti. Anasını affettim.
Kızını..."
En yakın arkadaşı olarak güzelliğinin şahidiydim.
Keşke erkek olsaydım da Reyhan benim olsaydı. Bunu kendime söylerken Reyhan'ı
bir lastik tamircisine yakıştıramadığımı itiraf edemiyordum. Keşke Kamil beni
sevseydi. Fesleğenleri yaratan, bana da güzel bir kızın arkadaşı rolünü
vermişti. Sevilmek için onca açken evlilik kurumu aşkına kuruyacaktım. İsteyen
yok mu beni? Olmaz olur mu! Küçük bir ayrıntı var: Beni istiyorlar; ama
evlenmek istemiyorlar.
Tabii ki aradan birkaç yıl geçti. Bir sabah Zühtü Amca
hiç dokunmadığı, kızının gidişiyle kuruyan fesleğenin yeniden çiçek açtığını
gördü. Salça tenekesindeki fesleğeni bir
kral tacı gibi duvarın üstünden aldı. Şimdilerde bulunmayan cezaevi yapımı
tahta masasının üstüne sırçayla kaplıymışçasına nazik bir şekilde bıraktı. Kızının
saçını okşadığını düşleyerek fesleğenin yapraklarına dokundu. Açmış iki çiçek,
varlıklarını vurgulamak amacıyla parmak kaldırıyorlardı. Çiçekleri işaret
parmağını değdirerek sevdi. Gözündeki yaşlar, yaprakları geçip tıp etti. Bu,toprağın
sesi değildi. Elini fesleğenin altına soktu. Bir cep telefonu çıktı. Kübrick'
in kemiği gibi incelemeye başladı. Aniden telefon titreyip öttü. Gözlerinin
seçtiği yeşile bastı. Gayrı ihtiyari kulağına götürdü.
" Baba! Baba! Seni çok özledim!"
" Kızım! Canım yavrum! Çabuk bana torunlarımı
getir!"
" Buradayız baba!"
Bahçe kapısı açıldı.
M. BÜLENT BİNGÖL