26 Haziran 2014 Perşembe

Avuçlarımda Bir Sen Var

Önümde bir ceset var, yıkanmış
Ölüler kımıldayamıyormuş Dorok
Dudakları çizgilerle bölünmüş, susamış
Şimdi bir yer seç oraya gömelim
Sen cennet de ya da cehennem
Ne fark eder ki , aynı acı aynı keder

Elimde bir tutam saç var Dorok, işlenmiş
Güzelce kıvrılmış kenarlarından
Daha kaç kadının saçı elimde kalacak susma, konuş Dorok!

Ben bir öksüzüm Dorok, bunun ne demek olduğunu en iyi sen bilirsin
Önümdeki ceset gibi hiç kımıldamadan öylece tutunurum boşluğa, saatlerce
Peki sen kaç gecedir neredesin Dorok, tam üç kez seni özledim

Artık sokaklarda çocuklar şarkı söylüyor Dorok, dikkat et
Ölü çocuklar şarkı söylerler ölü hayallerine
Şarkıların hayaletleri ölümlere susanları bulur Dorok, kaç uzaklara

Elimde bir cop var, kırılmış
Sekiz beden parçalamış, gerisini sayamadım ağlamaktan
Söylesene Dorok, neden kanamamış hiçbir yerleri?
Usulca ölmüşler, izlemişiz içinde haykırmalar olan sessizliklerini

Cebimde bir metelik yok Dorok, acıkmış
Söylesene onur satılıyor mu buralarda, kaç paradır?
Satacak hiçbir şeyimiz kalmadı, bizi bile sattık, bir sen kaldın, yapamam onu da
Ellerini çıkar cebinden Dorok, bırak da ceplerin üşümesin

Gözlerinin kenarları kıpkırmızı Dorok, söyle ne yaptılar sana
Dövdülerse gidelim bir de beraber dayak yiyelim
Biz daha kaç kez böyle öleceğiz Dorok?

Aklımda bir mezar yeri var, sahibi yok, terk edilmiş
Hangimiz yatalım oraya Dorok, karanlık
Uğramaya cesaret edemez hiçbir düşünce
Ağlanılacak zaman mi Dorok, geri getiremezsin sözcükleri

Durma bir yerde, sürekli hareket et Dorok, burası kurtlar ini
Kolla beni, tam ortalarına girip bir de orada öleceğim
Biz kurt avlamaya geldik unutma Dorok, koyun korumaya

Acele et Dorok, burada zaman çok hızlı geçer
Bundan dolayı hızlı yürürüm, anla beni
Korkuyorum Dorok, titriyorum, nefesin çok soğuk
Ölme Dorok, bekle beraber ölelim.

Ali Suat Arslanlı

21 Haziran 2014 Cumartesi

okuma notları

Ve Durgun Akardı Don

Yabancı eserlerin adı Türkçeye çevrilir elbette. Çevrilirken de uyarlanabilir. Bazıları orijinalliğini korur. Özel bir isim olunca özellikle. 
  • Örneğin Paul Auster’in “Timbuktu”su böyledir. 
  • Türkçeye uyarlanırken etkisini kaybeden isimler de olabilir, 
  • ayrı ayrı isimlendirmeler de. 
  • Bu yayınevlerine veya çevirmene göre değişir. 
  • Örneğin Emily Brontë'nin tek romanı “Wuthering Heights”...
  • genelde ‘Uğultulu Tepeler’ olarak anılır ama kiminde de ‘Rüzgârlı Bayır’dır adı. 
  • Her iki çeviri de güzeldir bence.
Bir de uyarlamayla adı güzelleşenler de vardır, daha etkili olanlar. Bunun en güzel örneği Rus romancı Mihail Şolohov’un orijinalinde adı ‘Tihi Don’ olan eseridir. Çevirisi ‘Durgun Don’. Don Nehri boyunca yaşayan Kazakların hikâyelerini anlatır. Türkçeye “Ve Durgun Akardı Don’ olarak çevrilmiştir. Böylece zaten güzel olan bu roman Türkçedeki adıyla daha bir güzel olmuştur. Okunası bir roman...

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/a/ae/Don_(Voronezh_Oblast).jpg/288px-Don_(Voronezh_Oblast).jpg

  • Bir cümleye varmak için yolu çok uzattım biliyorum. 
  • Ve romanın 1. cildinde şöyle de bir söz geçer, 
  • gerçi böyle yüzlerce çarpıcı cümle vardır ya akışın içinde, 
  • şunu paylaşmak yeter, özdeyiş lezzetinde; der ki Şolohov:
“Hayatın, insanoğluna baş eğdirdiği kendi yasaları vardır.”

Şöyle toparlayayım o zaman biraz kahvehane felsefesi yaparak; ve dilerim hayatımız o baş eğdiren yasalarla muhatap olmaz.

Olmaz mı?

Bal gibi muhatap olur ne hazindir ki, ki olmaktadır hala…
Haddizatında külli hayatımız, hayatın değilse de bize hayatlar dayatanların baş eğdirdiği yasalarla, adeta kendi ‘keyfi’ yasalarıyla geçmektedir, hey hat!

20 Haziran 2014 Cuma

unutma eşiği ve biz 4

Çizmelerimi çıkarayım mı, sedye kirlenmesin.

  • Maden patronlarının kurnazlıkları 
  • ve devletin ilgisizliği 
  • ortada hala duruyor öylece.
Genç kalemler de yazmaya devam ediyor, hiçbir şey olmamış gibi davranmadan.
Aşağıdaki yazı Berkay’ın (yaş 15) Soma’ya ilişkin görüşlerini içermektedir.
Özgüvensizliği Yıkmanın Yolu
Günümüzde işçiler çok zor şartlar altında çalışmaktadır. Özellikle de maden işçileri. Yerin 3000 metre altında çok zor şartlar altında çalışıyorlar. Böylesine tehlikeli bir ortamda güvenlik ve tedbirin en üst seviyede olması gerekirken sırf daha fazla kar elde edebilmek uğruna birçok ihmal söz konusu. Sırf birileri daha fazla para kazanacak diye "resmi kayırlarda" 302 işçi hayatını kaybetti. Bunun açıklaması "işin fıtratında var" olamaz. Bunların hesabı sorulmalıdır.
  • Madende çalışan işçiler 
  • ülkenin fakir kesiminden gelmekte 
  • ve çok düşük rakamlara çalışmaktadırlar. 
  • Böyle bir kazaya rağmen 
  • o işçiler 
  • gene madene girmeye razı olur 
  • çünkü başka şansları yok.
Bakmak zorunda oldukları aileleri, ödemek zorunda oldukları kredi borçları var.
"Çizmelerimi çıkarayım mı, sedye kirlenmesin" diyen adam bunu geçirdi şoktan ya da temizlik için söylemedi. Kimse o ruh haliyle bunu düşünmez.
  • O çalışma ortamında 
  • o kadar çok ezilmiş, 
  • hor görülmüş ki o bu soruyu sorabiliyor. 
  • İsçilere daha insani bir çalışma ortamı sağlamalıyız. 
  • Avrupa’da maden işçileri 
  • ancak 3 yıl eğitimden sonra madene inebilmekteyken 
  • bizim ülkemizde, 
  • Soma'da, 10 günlük işçilerin olduğu tespit edilmiş. 
  • İnsanlardaki özgüvensizliği ortadan kaldırmalıyız.
Bu da ancak eğitimle olur. İnsanlar eğitimli olursa kendine güvenir, hakkını arar, bilinçli olur. Böyle bir soruyu soracak hale gelmez.
Berkay

18 Haziran 2014 Çarşamba

ilk baskı

elleri var özgürlüğün-
*
Oktay Rifat
1.Baskı 64 Sayfa
Mart 1966
_________
elleri var özgürlüğün
gözleri ayakları
silmek için kanlı teri
___

16 Haziran 2014 Pazartesi

Soma Dramına Dair

Çizmelerimi çıkarayım mı, sedye kirlenmesin.

Genç kalemler yazmaya devam ediyor, hiçbir şey olmamış gibi davranmadan.
Aşağıdaki yazı Deniz’in Soma’ya ilişkin görüşlerini içermektedir.


Ekmek Peşinde Koşan İyi İnsanlar
Şimdiki dünya düzeni insanları birbirinden uzaklaştırmaktadır. Bu uzaklaşma ise yaşamımızın her anında karşımıza çıkar. Belli bir kısmı ezerken yeni gelen nesle de ezmek öğretilmektedir. Nasıl mı? Küçüklüğümüzden beri işçi amcaların kirli, fakirlerin de hırsız öğretilmesiyle başlar ezme duygusu. Bize iyi olmamızı aşılarken aslında diğerlerini kötü çıkarmaya çalışılmaktadır. Hırsız ve kirli insan sadece örnektir. Eli yüzü kirli sokaktaki insanlara baktığımızda kaçımız onun iyi biri olup ekmek peşinde koştuğunu düşündü ki zaten. 
  • Ezilen sınıf üstün sınıfı nasıl görmektedir diye düşünemeyiz 
  • çünkü hayata onların gözünden bakmadık ve bakamayacağız. 
  • Çünkü bunu tahmin bile edemeyiz. 
  • Onların da kendini yük olarak gördüğünü düşünüyorum. 
  • Eğer ben onların yerinde olsaydım kendimi yük olarak görürdüm. 
  • Aslında bu tamamen yanlış. Aslında biz onların yüküyüz.
Üzerinde durduğumuz örneğe gelecek olursak şunu düşünebiliriz. Kendi gördüğüm bazı hastane durumlarında da doktorların bazıları ve bazı asistanlar işçi sınıfından insanları dikkate almıyor. Bu hastane devletin vatandaşa bir hizmeti olması gerekirken vatandaş kendinin bu hakkı olduğunu düşünmüyor. Çünkü onlara bunun onların hakkı olduğunu hissettiremiyoruz.
  • Özellikle son 20 yılda özentilik ve kültürden kopma isteği içerisindeyiz. 
  • Marka giyip kola içip ahlak kurallarını çiğneme isteğimiz var. 
  • Annemin de anlattığına göre Anadolu insanı farklıymış. 
  • Misafir etme konusunda cömertken misafir olma konusunda ahlaklıymış. 
  • Bu işçinin ruh halinin 
  • kendini misafir gibi hissetme durumunda ortaya çıkan bir hal olduğunu düşünüyorum. 
  • Ama bu tamamen yanlıştır. 
  • Orada kendini misafir gibi değil, yük gibi değil, 
  • en doğal hakkıymış gibi hissetmelidir. 
  • Bizim görevimiz ise bu vatanda herkesi evinde hissettirmektir. 
  • İşçi, çizmelerini çıkarma düşüncesi yerine hakkını arama düşüncesinde olmalıdır.
Deniz 

14 Haziran 2014 Cumartesi

İktidarın Kendini Çarpan Çarkı

Jean Paul Sartre’ın Çark adlı senaryosuna ilişkin notlarından birini sayfada paylaşalım dostlar.
  • İktidara, 
  • insana, 
  • egemen güçlere, 
  • emperyal hesaplara, 
  • belki safça iyi niyete, 
  • ama kirlenmeye, 
  • yapılması icap edenlere, 
  • hiç yapılmaması gerekenlere, 
  • devrim idealleri ve süremine 
  • fakat bunun gerçekleşme koşullarına, 
  • yöntemlerine ilişkin çarpıcı bir hikâye Çark!
Çark için kısaca şöyle diyor Sartre:
Çark’ın senaryosu 1946’da yazıldı.
Başlangıçta ilgimi çeken, Anglosakson romancıların savaştan önce sık sık uyguladıkları bir tekniği ekrana aktarmaktı. Bakış açılarının çoğulluğu düşüncesinden esinlendim.
İmlediğim filmde zamandizin alt üst edilmekle kalmıyor, aynı kişi, Héléne, ondan söz eden kimsenin bakış açısına göre çok farklı görünümlerde sergileniyordu.
Düşündüm de,
Zengin petrol kaynakları olan küçük bir ülke,
Ve devrim yapmak niyetiyle iktidara gelen bir adamın durumu…
Sosyalizme gerçekten inanan namuslu ve açık yürekli bir kişiyi seçerek, sorununu kişiden ya da karakter yapısından kaynaklanmadığını göstermek istedim.
Yabancı güçlerin kuklalar aracılığıyla egemen olduğu bir ülkede, çürümüş olan, iktidarın kendisidir; iktidarı ellerinde tutanlar da tıpkı (hikâyenin kahramanı) Jean gibi, kendilerine rağmen cani olur.
Jean Paul Sartre
Kasım
1968
________________
Çark
Senaryo
Telos Yayınları
Ocak 1997
153 sayfa
Çeviren: Ela Gültekin

12 Haziran 2014 Perşembe

unutma eşiğini yükseltmek için


Soma Katliamı Orada Duruyor
Çizmelerimi çıkarayım mı, sedye kirlenmesin.
Genç kalemlerden Melike yazdı
Sınıf ve Ayrımı
Toplumda hep lafta eşitlik deriz. Ama bu işçinin bu sözleri herkesin eşit olduğunu göstermiyor. Bu bizim suçumuz. Ona bu soruyu sordurtan biziz, bizim toplumumuz. Ona kendini bir sedyeden daha değersiz hissettirenler bizleriz. Dediğim gibi lafta eşitliği savunuruz ama yolda bir çöpçü gördüğümüzde yüzüne bile bakmayız. Onu yaptığı işten utandırırız. Büyük olaylardan sonra herkes doğru olanı söyler ne yazık ki olaydan önce doğruyu değil kendi istediğini yapar.
  • O işçiyi hatta çocuğunu bile aşağılar. 
  • Herkes bir doktora hayranlık, saygınlık duyarken maddi anlamda daha kötü bir ailenin babasını, o işçiyi, aşağılamaz mı? 
  • Kimsenin ben böyle yapmıyorum deme hakkı yok. 
  • Herkes bir çöpçüyü görünce çok pis kokuyor deyip yüzünü diğer tarafa çevirmiştir. 
  • Onu yaptığı işten utandırmış, o çöpten bile daha değersiz hissettirmiştir. 
  • Onun değersiz hissetmesinin en büyük etmeni toplumdur. 
  • Bana göre toplum dışındaki bir diğer suçlu ise hırslı devletlerdir, o devletlerin bize algılattırdığı zenginlik hatta insanlık ölçüsüdür.
Daha okulda başlayan bu algı herkesin sahip olduğu şeye sahip olmayan kişiyi dışlamayla kendini gösterir. Bunun gelişmiş hali bu işçinin kendisini sedyeden daha değersiz hissetmesini sağlayan, onun işinden hatta kendisinden utanmasını sağlayan algının ta kendisidir. Hep dizilerde ya da filmlerde görürüz hor görülmüş insanlar, maddi durumu yetmediği için çocuklarına istediklerini alamayan aileler. Ayakta alkışlarız o filmleri, bazıları nutuk çeker ancak herkes işçiye kafa çevirmeye devam eder. Bu algıyı yıkmanın yolu toplumca, devletçe çalışmaktır bence. Algıyı yıkmak kolay değildir.
  • Yaşanan Soma olayından sonra herkes bu işçinin sözünü paylaştı. 
  • Peki, yolda gördükleri işçiye, çöpçüye selam verip onları bir sedyeden daha değerli hissetmeleri için bir şey yapıyorlar mı, yapıyor muyuz? 
  • Bunun çözümü için algıyı değiştirmeliyiz dedik. 
Peki, nasıl değişir bu algı? En basiti sınıf ayrımı yapmadan yaklaşmak insanlara. Madencisine de doktoruna da aynı günaydını söylemek, aynı tarafımızı çevirmek her ikisine de. Zenginlik ölçütü olarak ölçütü olarak bize empoze edilenlerle savaşmak bu algıyı yıkmanın yolu.

Melike

tanıtım


Eski Toprak 
Behçet Necatigil 
İmzalı 
2.Baskı 
Kasım 1965 
_______________
elleri boş gezenler 
benim için de gezin
 ______________
Karga'da

11 Haziran 2014 Çarşamba

çizgi ve roman

Zagor okumuyorsan bu ilişki yürümez, 
dedi Karga; 
sonra Mister No 
Teks Willer 
Martin Misteré 
sonra Corto Maltese


karga yolu

Kargauçuşu birkaç manzaraya bakalım mı?




3 Haziran 2014 Salı

kral karga


O Karga var ya, delikanlı hayvandır. 
Hayvandır lafı ağır kaçtı. 
Kuştur. Ama kuş beyinli değildir, bir mecaz oyununda.
-Ben şimdi ona hayvan deyince ayıp etmiş gibi hissettim. 
Hadi, kuş diye düzelttim de...
İyi mi ettim ki... 
Pozitif ayrımcılık?
O zaman ki pozitif ayrımcılık iyi bir şey...
 Her türlü ayrımcılığın olduğu ülkemizde pozitif ayrımcılık ehveni şerdir elbette. 
Kötünün ki iyisi... 
Ama “kötü” kategorisinde bir vaziyeti temsil eder neticede. 
O zaman bunun da iyi bir şey olmadığı anlaşılıyor hemencecik.
Bre ne diyordum ben? 
Karga diyordum, harbi bir varlık. 
Prensip sahibi, bilge bir kuş arkadaştır. 
Ama yukarıda temas ettiğimiz üzere, kuş beyinli filan değildir. 
Bu yönüyle kuş cinsinin üzerinde bir şeydir. 
Birçoğu, karganın en zeki hayvanlardan biri olduğunu kabul eder. 
Ben de o “birçoğu” grubuna dâhil ettim kendimi. 
Hatta orada kafaya oynarım bu inançla. 
Bu sayfada paylaşıyoruz Kral Karganın toplum üzerindeki etkilerinin tahlillerini. 
Karga!
Güzel hayvan. 
Hayvan dedimse o manada değil: ))

sabretmek

Onca tilkiliğe- Kargalar nasıl sabrediyor, 
anlayamıyorum!