2 Ocak 2015 Cuma

FESLEĞENLERİN SIRRI

"Yazarın adına bakarak beni hem cinsi sanmayın. Beni hemzemin geçitlerden geçen her trenin girdiği ilk tünelin yalnızlığına itmeye çalışan yazardır. O,ne yazarsa yazsın ben kendiliğindenliğimi kaybetmem. Olayın, hikayenin, anlatının kahramanı benim. Bu, benim öyküm.  Yazar istediği kadar ellesin. Allem etsin kallem etsin...öykücü benim.
Yazar olsun kabzımal olsun hazneye zerk edilmesi gereken ilaç gibidir erkekler. İlaç firmasının kendi uydurduğu şırınga buna çok uygundur. Adına aplikatör, kanül denilen aletler geliştirmişlerdir. Hepsi tüpün içindekini hazneye ittirmeyle çalışır. Ve hepsinin bir ticari boyutu vardır." 

Bunu söyleyen kukusu nevazil olmuş arkadaşımın içinde bulunduğu aşırı yalnızlık, ona olan güvenimi sarsmasa da içime bir kurt düşürmüştü. Sağaltma amacıyla  bedenin altına yapılan her tasallut, kadınları tedirgin eder. Çünkü kadınlar erkek jinekologları tercih ederler.

 Hani dedim, şimdi tarafsız düşünemez,ön yargılıdır. Her ne kadar erkeklere hiç güvenmesem de onlara haksızlık etmek istemem. Bu, tamamen kendi kişiliğimle,  dürüst olmamla  ilgilidir. Sonra bir erkek ve bir ilişki, tıbbi cihazlarla açıklanamaz ki! Durumuna üzüldüğümü söyleyemem. Söyleyebileceğim, fesleğenler ve erkekler üzerine.

Her şey Ayfer Tunç'un Taş-Kağıt- Makas üçgeninde başladı. Üşenmemiş doksan sekiz tane çiçek adı yazmış. Üşenmedim saydım; ama söylerler ya kadınların pek matematiğe kafası çalışmaz. Umarım doğru saymışımdır. Çocukluğumdan beri kız olmam nedeniyle çiçeklerle ilgim olması gerektiği açıkça söylenmese de  ima edildi diyebilirim. 'Fesleğen nasıl mıncıklanır' gösterildi. Sanki çok zordu. Saksıdaki çiçeği düpedüz avuç içiyle taciz ediyorsun işte...olan bu. Fesleğen bundan memnun mu hiç kimsenin umurunda değil.  Kaba saba bir dokunuşla yaprakları sıkıyorsun sonra elini burnuna yapıştırıveriyorsun.  Ayfer Hanımı bilmem ama bizim komşumuz Reyhanların bir sürü fesleğeni vardı. Babası sivrisinekleri kovduğuna inandığı için kapıyı bacayı fesleğenle donatmıştı. Soranlara:  "Kokularını seviyorum, hem de kokuları sivrisinekleri kovuyor." dese de aslında başka, gizli bir inanca sahipti. Kızını erkeklerden koruduğuna bütün varlığıyla inanıyordu. Reyhan, benim  çok kıskandığım çok güzel bir kızdı. En yakın arkadaşım olmasına rağmen, ona onu çok kıskandığımı hiç belli etmedim. Belki de bana olan sevgisi, benim ona olan sevgimden daha samimi ve güçlü olduğu için, belli etmediğimi sandığım kıskançlığımı önemsemedi. Çiçeklerden bir fesleğeni tanıdığımı yalnızca Reyhan biliyordu.

Babasının gecekondularının bahçe duvarına dizdiği fesleğen saksılarından biri Reyhan için çok önemliydi. Saksı dedimse on kiloluk Tat Salçalarının teneke kutularını dile getiriyorum. "Salça bu ne biçim kalça!" Salça geçince aklımdan erkeklerin bayıldığı bu sözü söylemeden edemem. Reyhan,  fesleğeni sevdiğinden önemsemiyordu. Sevgilisi fesleğen tenekesini, siz saksı diyorsunuz, posta kutusu olarak kullanıyordu. Oğlan,yazdığı mektupları fesleğenlerin altına koyuyordu. Böylece her yazılan, toprak ve fesleğen kokuyordu. Her ne kadar babası fesleğenleri küçük bir enik gibi okşarken kızını koruduklarını düşünse de...O zamanlar cep mesaj yoktu. Teknoloji, henüz verileri sadece 1 ve 0 ile değerlendirmiyordu. Ya da değerlendirdiği yerler vardı; ama biz o yerleri bilmiyorduk. Doğanın parmakları, tuş takımlarında değil toprak, bitki ve insan dokusunda dolaşıyordu. Sevgilinin haberleri, fesleğenlerde gül olabiliyordu.
 Zühtü Amca, fesleğenlerini sularken beyaz çiçeklilere farklı, pembe çiçeklilere farklı miktarda su veriyordu. Her sulamada  kızının üniversiteyi kazandığını düşlüyordu. Reyhan lise üçe gidiyordu. Aynı sınıftaydık. Yarın ne olur bilemiyorum şimdi siz 11. sınıf diyorsunuz.
Reyhan, lastik tamircisiyle konuşuyordu. En son üniversite sınavından önceki gün fesleğenden gelen haberle buluşup parkta sevişmişlerdi. Sınav sonucuna kadar görüşmemeye karar verdiler. Reyhan, üniversiteyi kazanmadı. Lastik tamircisi Kamil ile kaçtı. Zühtü Amca küstü; düğünlerine bile gitmedi. Mahallenin evde kalmaya yazgılı kızlarıyla kaçamak düğüne gittik.  Zühtü Amca, anlamıştı o akşam sinemaya diye çıktığımızda Reyhan'ın  düğününe gideceğimizi; ama ses etmedi. Gülümseyerek sadece bir cümle kurabildi:
" Sinema için fazla süslenmişsiniz."

Reyhan, daha sonraki görüşmelerimizde hep mutlu olduğunu söyledi. İnanmadım. Bir erkekle ne kadar mutlu olunulabilirdi ki? Belki de bir erkekle olunulabilecek mutluluğun en üst sınırındaydı ve gerçekten kendisini mutlu sanıyordu. Yaşadığı evliliği öyle değerlendiriyordu. Aman bana ne! Şimdi ikizleri var. Onlarla uğraşırken hayatı akıp gidiyor. Kamil, işi büyütmüş. Araba yıkama istasyonu açmış.

Zühtü Amca, hala affetmedi onları. İçten içe üzülüyordu ve bahçe duvarındaki fesleğenlerden birinin kurumasının nedenini onları affetmemesine yoruyordu: " Önce anası gitti. Anasını affettim. Kızını..."

En yakın arkadaşı olarak güzelliğinin şahidiydim. Keşke erkek olsaydım da Reyhan benim olsaydı. Bunu kendime söylerken Reyhan'ı bir lastik tamircisine yakıştıramadığımı itiraf edemiyordum. Keşke Kamil beni sevseydi. Fesleğenleri yaratan, bana da güzel bir kızın arkadaşı rolünü vermişti. Sevilmek için onca açken evlilik kurumu aşkına kuruyacaktım. İsteyen yok mu beni? Olmaz olur mu! Küçük bir ayrıntı var: Beni istiyorlar; ama evlenmek istemiyorlar.

Tabii ki aradan birkaç yıl geçti. Bir sabah Zühtü Amca hiç dokunmadığı, kızının gidişiyle kuruyan fesleğenin yeniden çiçek açtığını gördü.  Salça tenekesindeki fesleğeni bir kral tacı gibi duvarın üstünden aldı. Şimdilerde bulunmayan cezaevi yapımı tahta masasının üstüne sırçayla kaplıymışçasına nazik bir şekilde bıraktı. Kızının saçını okşadığını düşleyerek fesleğenin yapraklarına dokundu. Açmış iki çiçek, varlıklarını vurgulamak amacıyla parmak kaldırıyorlardı. Çiçekleri işaret parmağını değdirerek sevdi. Gözündeki yaşlar, yaprakları geçip tıp etti. Bu,toprağın sesi değildi. Elini fesleğenin altına soktu. Bir cep telefonu çıktı. Kübrick' in kemiği gibi incelemeye başladı. Aniden telefon titreyip öttü. Gözlerinin seçtiği yeşile bastı. Gayrı ihtiyari kulağına götürdü.
" Baba! Baba! Seni çok özledim!"
" Kızım! Canım yavrum! Çabuk bana torunlarımı getir!"
" Buradayız baba!"
Bahçe kapısı açıldı.

M. BÜLENT BİNGÖL 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder