24 Nisan 2015 Cuma

kitap yakıyorlar / Bertolt Brecht

Buyurunca Hitler Hazretleri
Zararlı fikirlerle dolu kitapların yakılmasını
Halkın önünde, alanlarda
Öküzler odun yığınlarına araba araba kitap taşıdı
Gözden düşmüş şairlerden biri
Hem de en iyilerinden biri
Şöyle bir göz gezdirdi yakılacak listesine
Gitti aklı başından
Unutulmuştu kendi adı
Hemen seğirtti çalışma odasına
Sanki öfkesinden kanatlanmıştı
O saat bir mektup karaladı zorbalara
Benimkileri de yakın, dedi, benimkileri de
Yapamazsınız bana bu kötülüğü
Kenarda bırakamazsınız beni
Ben de hep gerçeği söylemedim mi kitaplarımda
Neden davranırsınız bana yalancıymışım gibi
Yakın benimkileri de

Bertolt Brecht

23 Nisan 2015 Perşembe

kardeşim ve ben

Biz çocukken akşamlara kadar oyunlar oynar, oyunla doyardık. 
Annemiz yemeğe çağırdığında “Biz tokuz. Oyun oynadıktan sonra doyuyoruz!” derdik. 
Caddeye bakan bir apartmanda oturuyorduk. 
Anasınıfı yaşlarındaydık daha. 
Birlikte oynar, yediklerimizi birlikte yerdik. 
Sıkı ahbaptık, birbirimizden sakladığımız hiçbir şey yoktu. 
Yaptığımız yaramazlıklar bile beraberdi. 
Ne var ki birbirimizden başka arkadaşımız yoktu. 
Kardeşten başka bir arkadaş nasıl olur bilmiyorduk. 
Tüm günümüz evin içinde ve balkonda geçerdi. 
Apartman ve şehir hayatı bu konuda bitirmişti bizi. 
Ben okula başladığımda çok zor arkadaş edinmiştim. 
Çünkü bilmiyordum bir arkadaşlık nasıl başlar ve sürdürülür. 
O zamana kadar günlerim kardeşimle beraber kurduğumuz dünyalarda geçerdi. 
Ah, bu apartman hayatı! 
Ah, bu betonlar! 
Bizleri asosyal hayata sürüklemişti. 
Biz o zorluğu aştık da ya diğerleri? 
Diğer çocuklar da mı bizim kadar şanslıydı?

Bahsettiğim zamandan tamı tamına on yıl sonrasındayım. Küçük kardeşimi parka götürmüştüm. Orada, bahsettiğim küçük yaşlarımda beş altı kız gördüm. Hep beraber evcilik oynuyorlardı. Çok mutlu görünüyorlardı ama ben onların nasıl hissettiklerini, o duygunun nasıl bir duygu olduğunu asla bilemeyeceğim. 

H. E. Akmeşe

17 Nisan 2015 Cuma

karga sözü

Ataol Behramoğlu 
"aşk iki kişiliktir" derken de 
yanılmakla 
meşguldü.

10 Nisan 2015 Cuma

Roy Keane: Arsenal ve Chelsea Bohçacılık Yapıyor


Eski olmanın çoğu kez tüfeği sayılır
Bohçadan tüfek çıkar biri
Görünüşe göre buluntu biri, gözüğü pek

Sahur sakinleri davul gibi bohçacıdır kardeşim
Evin durumunu kaldırır oynarlar
Zekiye kızı kristina da eh işte
Eh hakkıyla devlete gitti yani vursun mu?

Sen ne biçim muhtarlar hakkında bi insansın
Camiye dalanyok bir kavram gibi
Ha olsun sana bohçacı vuran insan
Hor gülme bohçacıları leblebici horhor değiller en azından
Ha onlar belki de bir dükkan açıyorlar bir çantaya
Bugün bismillah tv açılıyor, daha bismillah demedik.
Komutla açılanını gördüydük hoş ama
İşte her yerde bohçacı kötüleniyor.
Evkur diye emir geliyor büyük yerden
büyük bi yer olarak.
Kimseden araba kiralamayın abi.
Benim liderimin takozsuz bi duruşu var bu noktada.

Evden eve taşıma çok karıştırdı bu ülkeyi
Kıptiler mi evet bahis ters tarafa
Ezilme kartı bari ver ben kaybı daha modern bir cüzdan arıyorum
Altın dişlerimi terazide görü görü
Kelle paça daldım çorbaya sevgilim

bugün çocuğu okula götürme bohçacıya verelim.

ipek mecit

9 Nisan 2015 Perşembe

albino karga

Nedensiz ve nereden geldiği belirsiz bir hiç var içimde.

Sanki uzun zamandır yaşananlar üzerime çökmüş ve ağırlığının altında hiç mi hiç şansım yok.

Benim ondan başka kimsem yoktu, oysa o sadece beni sevemiyordu.

Gökyüzünü severdi, güneşi, kuşları, denizin kokusunu, yağmurun sesini, kadınları, güneşli havaları

Kalbi ben gelene kadar dolmuştu.
Erken gelebilseydim eğer belki de severdi beni sınırsızca.

Ben karanlığın içinde albino bir Kargaydım.
Oysa o siyahların en koyusuydu.



Nazlıcan Akkaya

7 Nisan 2015 Salı

yaşanmış zen hikayeleri III / İpek Mecit

19.

Vapurumu vermiyorum diye bağıran kalabalığı gördü. Genci, yaşlısı, kadını, çocuğu ve vapuruyla gelmişlerdi. Vapur tüm olan bitenden habersiz, güvertesinde yatıyordu. Antalyalı biri var mı? Antalyalı ben yokum dedi zen ustası. Kalabalığın biraz içinden illaki biri çıktı, kravatını yıkadı, ütüledi. Bağırdıkça büyüyen kalabalığa doğru adam kravatını konuşturuyordu. Pamuktan, ketenden anlatıyordu. Öyle tarlalar anlatıyordu ki, bir ucundan diğer ucunu, geceleyin düşmesin diye ağacın altına sıkıştırmış öylece yatıyordu vapur. Soğan-ekmek yiyen bir tarla faresi kadar mutluydu. Varsın en güzel yemeğin kokusu en kötü komşudan gelsin. Seni balkondan attırmak için imza toplayan bir teyze vardır her zaman. Herkesin bir imzası vardır. Ev sahipleri, depremi öküz boynuzuyla yapıyor zannediyo, o yüzden pastaneden saman değil ekler alıyorlar. Kiracının çocuğu, bodruma saklanan siyah köpeği arıyor, kuru boyaları bitmek üzereymiş. Böyle renkler söyleme çocuk, yakalarlar seni. Ben de onlara kafa atarım. Atamazsın, onların kafalarında seninkinden daha siyah bir köpek var dedi zen ustası.

20 .
Selinay, on milyonluk çağla aldı seyyar satıcıdan. Normalde bu paraya bu kadar çağla gelmez. Polis, sizden kontör istemez. Polis, sizden, sağlık, mutluluk, para ve aşk getirmesini ister. Seyyar satıcı, para üstünü istedi vermek. Kelimeleri niçin yutarlar biliyor musun? Uzayda değil, evimizde yaşıyorlar. Kentin seslerini kayıt altına alma merakı bazen hoş olmayan sonuçlar doğuruyor. Bir at arabası atı, çingenesine la havle çekerken, beşinci kattan sapsarı dolmuşların camına doğru fırlayan şeftali çekirdeklerinin patlaması, ışığı ilk sönen evden çıt çıkmayan sesin, birilerini uyandırmak isterken aynı anda birileri iyice uyusun diye bağırılan insan seslerine, daha yan masada rihanna getirilmeye çalışılırken üç çeşit yemek sekiz milyondu ne güzel seslerine karışması gibi. Bin yıl sonra birinin eline geçtiğinde, vapur da her şeyi tek tek ötmüş bir güzel. Sizin de dolabınızdan sürekli bir şeyler çalınıyorsa, soba alegorisinde mandalina kabuğunun, ayça da contemporary ece de contemporary gibi bir denkleşime tekabül ettiğini düşünürsünüz. Çingene dedi ki, adamlar peşindeyse benim adımı ver. At arabası atı da bilemiyorum dedi.

21.
Hayrete düçar olan, bir daire çizer. Kalabalık, okulların ve camilerin çeşmelerinden su içmeye gitti. Güvertesinden gururla atlayan vapur, renkli tebeşirlerle çizdiği etrafının içinde huzura kavuştu. Zen ustası ve Selinay, bir bankta on milyonluk çağlayı bitiremediler. Bu hayatta bazen itfaiyeyi, jandarmayı, bilinmeyen numaraları ve zabıtayı ararız. Zabıtayı ararız ki koşuşturma olsun. Zen ustası, parktan öylesine geçen simsiyah bir köpekle yere bir daire çizdi. Bostan sahibi, ille de tutturduğu cevizlerini arıyordu. Dairenin içine de baktı, bulamadı. Ustayla göz göze geldi, orada da bulamadı. Bezik oynayan kadınlar geçiyordu yoldan, onlara sordu. Antalyalı onlar da yoktu. Japonya'dan gelen go oyunu kadınların başına toplandı. Eliniz nasıl? Herkes, hırsızlıktan eline baktı. Herkes, elinde ağır bir sineğin tuzsuzluğunu gördü. Kiracının çocuğu, bir bardak soğuk suya dört küp şeker atarak karıştırdı. Yazın neşesi olarak.


ipek mecit

5 Nisan 2015 Pazar

vikingsahaf


                                     

                                     

2 Nisan 2015 Perşembe

yaşanmış zen hikayeleri II / İpek Mecit

Zen Ustası Şöyle Bir Baktı


9.
Buralarda bir camcı yaşıyormuş? Mahiyetinde bir soruyla burun buruna geldi. Beklediğinden daha zor bir soruydu. Zaman kazanmak için burnunu filan çekti. Tam 2 saniye bravo, dedi kendi kendine. Zaten insanoğlu, düşündüklerini kimse duymasın diye sık sık burun çeker, hayal ettiklerini kimse görmesin diye gözlerini kısar ve.
Camcılar da yaşıyor be evlat dedi; biraz sitem, biraz da t harfinden türeyen tükürükle. Her yerde cam var şimdi. Etrafına bir bak. Şu göğe ip gibi sarkan ofis binaları, sen de onlardan birinde yaşıyorsun belli, şu göğe ip atlar gibi atlayan ofis binalarına bir bak, koskoca ve kapı kadar develer saçını düzeltiyor bakıp bakıp, yenilir yıkılır şeyler mi bu ofisler Allahaşkına, insanları kesiyorlar içerde, kimse göremesin diye camdan yapıyorlar bu ofisleri. Sonra bi çocuk taş attı, hop, oldu sana cam kırığı şiirler. Bu dünya kurulurken, mezopotamya takır takır döşenirken, tahta çiviler öküz arabalarına fakirler gibi doluşurken, arş-ı âlânın tam karşısına Babil dikilirken sana sormadılar beyamca, sana bu yapı marketleri miras bıraktılar, bir de silikon tabancası tabii ki.


10.
Selinay, bir kez daha iş başvurusuydu. Yabancı dil, tecrübe, sağlıklı iletişim ve eli ayağı düzgündü. Selinay, bir sandalyeydi.
Ustanın bahçedeki ağacı çimentodan yemeye başlayınca, onu kesip Selinay'ı yapmıştı. Selinay da o gün, ordu milletten biraz daha erken uyanıp iş dünyasının fizik kanunlarına uygun olarak saçını başını şekil yapmıştı. Jöle denince akla gelen bir adam ürkekliğinde merdivenleri indi. Asansörle taşınan eşyalar gördü, taşınan insanların. Güneşe ve suya doğru kımıldayanların, dokununca küsenlerin, küçük, sessiz hareketleri, büyük koşuşturmanın lastik tabanlarına sinen renk ve haftasonu olunca bütün kirlilerin aynı makinada toplanması. Hediye edilebilir bir insan olmak -tanrının anne babaya bir armağanı olmak dışında elbette- işe alınmanın ilk şartıydı. Bazı insanlar di lü lüt diyerek turnikelerden geçerken, bazıları di dot diyerek geçemiyordu. Herkesin bildiği, ama herkesin söyleyemediği bir parola gibiydi böylesi hayatın sırrı. Asgari kalori miktarı yaklaşımıyla çizilen il sınırları ve ülke sınırları vardı. Diyet listeleri vardı. Kahvaltı İzmir gibi, akşam yemeği Bayburt gibi olmalıydı. Selinay, buralarda yaşayan bir camcının önünde bekledi, bekledi.

11.
6,5 milyar büyüklüğünde bir insan, ölülerinden yarattığı eşsiz kompozisyonu gururla sergiledi, herkes de gördü. Artık bilgisayarınızı güvenle kapatabilirsiniz.

12 .
Taksiciye adres sormak ne kadar ayıpsa, Selinay, buralarda yaşayan bir camcının önünde o kadar bekledi. Lastik yuvarlayarak araba oynayan Zen ustası, kararmış ellerini kararlılıkla uzattı Selinay'a. O kadar uzaktan uzattı ki, İngiltere'de Hintçe bir kelime.

13 .


14 . 
Kara kuru kuş, paketle sigara alıp tek tek satıyordu. Apartman alıp daire satıyordu. Kitap okuyup şiir satıyordu. İnsan gibi yaşıyor, böbrek gibi para ediyordu. Dolmuş olarak gidiyor, koltuk olarak duruyordu.

15 .
Hükümet numaraları artarak ilerlemeye başladığında her şey çok geçti. Zen ustası, derin bir nefesle bütün cevizlerini topladı, o hayalindeki memleketi, onu hep çeken bilmediği bişeylerle dolu ancak ayakkabılarının bir türlü gitmek istemediği ülkeyi kimse görmesin diye, gözlerini, çuvalın en köşesine, cevizlerin en altına, karanlığın en güzel gününe sakladı. Görülmemiş bir yerden gelmek usta işi bir gelmektir. Zen ustası, oradan, kıtlık ve savaştan, bunların bir yer adı kadar yerleşik, birleşip petrol olalım düşüncesi kadar eski, bitkisel, ölü ve bugünlerde herkese farklı gülen toprağın insan sureti kadar mekan dışı olduğu oralardan geliş o geliş buldu kendini.

16 .
Yaşayan camcı, numaratörlü tesbihini bir hükümet daha ilerletirken diafondan gelen sesle irkildi. Senin taptığın, benim ayağımın altındadır mı diyordu ne diyordu. Altın lafını duyar duymaz, satanik bir ürperme geldi. İçindeki köpekbalığını güvenle izliyordu. Kat kat aşağı indi, yeryüzünü mitolojide mahallenin en güzel kızı tırnağıyla kazmaya başladı. Bişey yapmadım edasıyla ellerini kaldırmış milyon yıl öylece bekleyen ağaç buldu. Teoride mümkün, pratikte yerin dibine geçmiş bir yaşam. Manzara kapatırken Allahından bulan uçaklar buldu. Pire için yorgan. Bir ceviz çuvalı. En altta bir çift göz.

17 .
Zen ustası, yığıldı kaldı. Patlayan bir silikon tabancası.