15 Ekim 2014 Çarşamba

Erysikhton

*
Erysikhton, toprak ana Demether’in korusunda bulunan en yüksek meşe ağacını keserek suç işlemiş biriydi. Adamları, meşeye dokunmamasını söylemişlerdi ona. Erysikhton bu akıllıca uyarılara kulak bile asmamış, baltayı kapıp ağacın gövdesine indirmiştir. Hemen kan fışkırmış baltanın değdiği yerden.
Kabukların arasından gelen bir ses ‘Beni kesersen Demether seni cezalandırır.’ diye bağırmış. Erysikhton yine de aldırmamış, çevresinde orman perilerinin dans ettiği meşeyi kesmiş. Bunu gören orman perileri Demether’e ağacın kesildiğini söylemişler. Öfkeden çıldıran Toprak Ana ‘Kim kesti?’ diye gürlemiş.(El cevap) Erysikhton!
Onu öyle bir cezalandıracağım ki… Herkes görüp öğrensin bakalım, benim ağacımı kesmek ne demekmiş. Sonra Kıtlık’ın yaşadığı karanlık ülkeye koşmuş. ‘Aman,’ demiş ‘şu adama öyle bir oyun et ki ömrü boyunca doymak bilmesin.’
Kıtlık, tanrıçasının sözünü tutarak Erysikhton’un evine gitmiş. Erysikhton uykudaymış. Kıtlık, cılız kollarına almış onu, adamın midesine açlık ekmiş. İşte ne olduysa o anda olmuş. Erysikhton uyanarak bağırıp çağırmaya başlamış: ‘Karnım acıktı, yemek getirin çabuk.’ diye haykırıyormuş. Adamları hemen yemek yetiştirmişler ona; ama efendileri doymak bilmiyor, yedikçe yiyormuş. Daha ağzına attığı lokma boğazında kayarken yine acıktığını söylüyormuş. Günlerce sürmüş bu durum.
( bizim burada yıllar ve yıllardır sürüyor ya bu durum…)
Erysikhton nesi var nesi yoksa satıp karnını doyurmuş. Daha doğrusu doyurmaya çalışmış. Sonunda satacak eşyası kalmayınca kızını elden çıkarmaya karar vermiş. Zor olmamış bu; çünkü kızı güzelmiş. Hemen bir alıcı çıkmış. Ancak kız, deniz tanrısının yardımıyla kaçmış bu adamdan biçim değiştirerek. Evine eski haliyle dönmüş. Bu olaydan sonra Erysikhton kızını üst üste satmış.
Kız her defasında ya at, ya kuş, ya da başka bir şey olup kurtuluyormuş. Sonunda kızından elde ettiği parayla da doymaz olmuş ve kendi gövdesini yiyerek ölmüş.
iyi mi!

10 Ekim 2014 Cuma

son yılların en kötü romanı, son ada, Livaneli'den

Son Ada

Son zamanlarda okuduğun en güzel roman nasıl ki İzzet Dönmez’in Yatılı Düzlükleri adlı eseri ise son zamanlarda okuduğum en kötü roman da Zülfü Livaneli’nin Son Ada’sıdır.
Livaneli’ye göre Son Ada onun ilk politik romanıdır. Bunu yaparken de elbette öncülleri gibi bir metafordan yararlanarak kendi gerçekliğini kurmuştur. Benzerini gayet yetkin bir şekilde George Orwell’den görmüştük, 1984 ve Hayvanlar Çiftliği ile. Başka bir distopyayı Sineklerin Tanrısı ile William Golding yapmıştı.
Livaneli’nin Son Ada’sı bunların yanından bile geçemeyerek hem kendisi için hem bu romana ödül verenler için ve hem de çok sevdiğim Yaşar Kemal için ne yazık ki bir fiyasko olmuş, zira bu romanı “haksızca” övmüş Yaşar Kemal, “Zülfü, büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir.” diyerek.
Roman bir adada geçiyor; her şey güllük gülistanlıktır ama bir gün bir diktatör emeklisi gelir ve adayı allak bullak eder. Diyeceğim budur özet olarak, zaten roman da bu kadardır.
Hiçbir estetik derinliği yok. Romanın anlatıcısı ısrarla “edebi” bir iş yapmaya kalkmadığından bahsediyor, ezik bir karakter de çizerek roman boyunca, ama Livaneli nedense en nihayetinde bir roman yazdığını unutmuş.
Romanda her şey derinliksiz, adeta okuru salak yerine koyan bir tavır var. “Sen anlamazsın bu romanın mesajını ve ben bunu sana bak dümdüz anlatıyorum ki sen de ülkeler felakete nasıl sürüklenir anla.” tavrı… Bu tavır romanın anlatıcısından değil, Livaneli’nin kendisinden kaynaklanıyor. Karakterler karton dekorlar gibi, olaylar, olayların dayandığı metaforlar ilkokul düzeyinde, üstelik son derece lezzetsiz bir tarzda servis edilmiş bunlar okur masasına. En fazla bir gazete köşe yazısı veya eskilerden bir fabl olabilecek anlatı bize roman diye sunulmuş, Doğan Kitap da bunu basmış ve 2009 senesinin jürisi bu kitaba Orhan Kemal Roman Armağanını vermiş. Yukarıda dediğim gibi, Yaşar Kemal de bu son derece basit yani çapsız romanı bir güzel övmüş. Yaşar Kemal’e sitem ediyorum buradan, hayal kırıklığına uğradım bu manada.
Dünyada anlatılmamış bir şey yoktur, denir; önemli olan bunu nasıl anlattığındır. Konudan çok üsluba işaret edilir, yazarın bu yoldaki yaratıcılığına bakılır, gerçeği yeniden kurarak bina ettiği gerçeklik muhatap alınır.
Son Ada’da her şey bana yalandan geliyor; anlatıcının aşkı, âşık olduğu Lara, anlatıcının kahramanı olan Yazar’ın muhalifliği, adalıların küçük burjuva kaygısızlıklarından doğan bilinçsizlikleri ve tutarsız halleri, başkanın zulmü, martıların direnişi, tilkilerin kullanılır varlıklar olması, yılanların toplumu zehirleyen unsurlara denk gelmesi, bakkal çırağının duyarlılığı falan filan. Hepsi kof birer figür. Oysa roman dediğin hele ödüllü roman dediğin karakterler ister. Koca romanda bir tane karakter yok. Asıl şahısların yanında (karakter demiyorum), Livaneli’nin birdenbire aklına gelmiş gibi ortaya çıkıveren tipler var. Livaneli keşke, yazarlığa dair bir şeyler öğrenmek için Yaşar Kemal’i az olsun dikkatli okumuş olsaydı, hiç olmazsa onu da böyle mahcup etmemiş olurdu, en azından benim bakış açımda.

Son olarak. Livaneli’nin bu anlatıda dile getirdikleri yok saydığımız olgular değil, ama bir edebiyat mevzusunda bunların hiçbir kıymeti yok. Okumazsanız hiçbir şey kaybetmezsiniz. 
M. Cahit Uzungece