6 Kasım 2013 Çarşamba

Madam Bovary’nin Trajik Sonu

Çağan Diken
Karga İçin Yazdı

Gustave Flaubert’in yazdığı “Madame Bovary” adlı eser 19. Yüzyıl Fransa’sında romantik kişiliği dolayısıyla gerçek aşkı ve heyecanı arayan Emma Bovary’nin hayatını konu alır. Roman evlilik, ihanet ve intihar üçgeni içinde geçmektedir. Roman boyunca Madame Bovary’nin iki kişilik arasında yaşadığı çatışmalar ve çelişkiler ele alınır. Bunlardan biri toplumun dayattığı Madame Bovary karakteridir, diğeri ise şehvet, heyecan ve aşkı arayan Emma’dır. Gerçek aşkı ve tutkuyu arayan Emma, elde ettiklerinden asla memnun olmaz. Madame Bovary’nin bu memnuniyetsizliği doyumsuz bir kişiliği olmasından kaynaklanır. 
Kişiliğinin böyle olmasındaki etkenlerden bazıları okuduğu eserler, toplum ve yetiştiği çevredir. Madame Bovary en sonunda istediklerinin hiçbirini elde edemeyince hayata karşı yenilgisini kabul ederek intihar eder. Emma’nın bu kararını dolaylı yoldan Charles ve Rodolphe etkilemiştir fakat onun bu gerçeklerden kaçışı kendi doyumsuzluğundan kaynaklanmaktadır. Eserde Emma’nın doyumsuzluğu ve gerçeklerden kaçışı semboller ve ironiler yardımıyla ortaya konulmuştur.
  • Emma ilk hayal kırıklığını Charles ile olan evliliğinde yaşamıştır. 
  • Bu evlilik ile ilgili umutludur, mutlu olacağına, sınıf atlayacağına inanmıştır. 
  • Ancak Charles kişiliğinde, Emma’nın bir erkekte istemediği tüm özellikleri barındırmaktadır. 
  • Emma bir erkeğin güçlü, bilgili ve cesur olması gerektiğine inanır fakat Charles bu özelliklerin hiçbirine sahip değildir. Aksine ürkek, çekingendir ve Emma’nın bir erkekte olmasını beklediği bilgi ve anlayıştan yoksundur: “Onu asıl çileden çıkaran Charles’ın çekmekte olduğu acıdan haberi yokmuş gibi bir tavır takınmış olmasıydı. 
  • Charles karısını mutlu ettiğine inanmıştı, bu da genç kadına aptalca bir hareket gibi geliyordu. Charles’ın buna inanmasını ise bir nankörlük saymaktaydı.”(153). Daha romanın başında Charles’ın kişiliği okuyucuya kasket sembolüyle verilir. 
  • Charles kasketini düşürünce, yerden alsa mı, kafasına taksa mı bilemez, ürkek davranır. Bu sembolle utangaçlığı, korkaklığı okuyucuya aktarılır. Charles Bovary’nin kişiliği hakkındaki ilk ipuçlarına sahip oluruz. 
  • Nabokov’un da belirttiği gibi: “O da cansıkıcı, hantal, miskin bir adamdır, albeni, beyin, kültür denen şeylerden nasibi olmadığı gibi, kendisine geleneksel kavram ve alışkanlıklardan, eksiksiz bir de takım edinmiştir.”, Charles Bovary, Emma’nın beğenebileceği bir erkekten oldukça uzaktır. 
  • Bu yüzden Emma bu evlilik boyunca, Charles’ı asla yanına yakıştıramaz, kendine layik görmez. Örneğin; Vaubyessard Şatosu’ndaki baloya gittiklerinde Emma Charles’dan utanır ve onu tersler, çünkü baloda onunla görünmek istemektedir:


“Charles’ın pantalonu göbeğini sıkmaktaydı:
“Dans ederken ayağımın altındaki kayışlar rahatsız edecek beni,” dedi.
Emma “Dans ederken mi?” diye sordu.
“Evet!”
Genç kadın “Delirdin mi ayol!” dedi. “Alay ederler seninle, otur oturduğun yerde!”  (86)
Emma’nın evliliği bu balodan sonra daha da kötü bir hal alır. Bu balodan öylesine etkilenmiştir ki, eve döndüğünde bunun hayaliyle yaşamaya devam eder: “Emma için bu balonun hatırası, hep zihnini kurcalayan bir şey oldu. Her çarşamba günü sabahleyin uyanırken, “Hah! Sekiz gün önce… on beş gün önce… üç hafta önce oradaydım,” (94), diyordu kendi kendine.”. 
  • Kendini gerçekten de o dünyaya aitmiş gibi görür ve yaşadığı yer ona daha önce olduğundan daha da sıkıcı, bunaltıcı görünür. 
  • Böylece Emma bu tekdüze hayatına tam alışmışken kendini yine kopmuş bulur. Karısının sıkıntılarını hiçbir şekilde göremeyen Charles ise hayatından gayet memnundur. 
  • Charles’ın hiçbir şeyin farkında olmayışı Emma’yı ondan iyice uzaklaştırır. Emma sürekli yaşadıkları yerden şikayet etmeye başlar, ancak o zaman Charles Emma’nın mutsuzluğunun farkına vararak karısının mutsuzluğunun yaşadıkları yerden ileri geldiğini sanır. 
  • Bu düşünceden yola çıkarak başka bir yere yerleşmenin ona iyi geleceğine karar verir.
Yonville’e doğru yola çıktıkları zaman Madame Bovary hamiledir. Bu hamilelik onu bir nebze olsun evliliği hakkında umutlandırmıştır. Emma’nın tek dileği, bu çocuğun erkek olmasıdır çünkü kendi çektiği acılarla çocuğunun da yüzyüze gelmesini istemez. O erkeklerin her zaman daha güçlü, daha özgür olduğuna inanmaktadır. Bu yüzden onlar mutluluğa kadınlardan daha kolay ulaşabilirler:
“Bir oğlu olsun istiyordu; güçlü, esmer olacaktı; adını Georges koyacaktı; bir erkek çocuğu olacağını düşündükçe de, geçmişteki bütün yoksunluklarının öcünü umut halinde almış gibi oluyordu. Bir erkek özgürdür hiç olmazsa; her tutkuyu tadabilir, her diyarı dolaşabilir, engelleri aşabilir, en uzak görünen mutluluklara erişebilir. Bir kadının önünde boyuna bir sürü engel vardır. Hem hareketsiz hem gevşek olduğundan, bedeninin gevşekliği, boyun eğmek zorunda olduğu yasal bağlar onun aleyhine işler. Tıpkı bir şapkanın şeritle tutturulmuş peçesi gibi, iradesi de rüzgarın her esişinde çırpınır; böylece, bir kadını daima sürükleyen bir arzu, daima alıkoyan bir bağ, bir düzen vardır.” (130)


Maalesef bu konuda da hayal kırıklığına uğramış ve bir kız çocuğu dünyaya getirmiştir. Böylece bu evliliğe dair umudu tamamen kırılmış ve çocuğunu hiçbir şekilde sevememiştir. Emma’nın kızına verdiği isim bile bir tesadüf değildir, onun sınıf atlama isteğine bir örnektir. Kendini aristokrat sınıfa ait gördüğü için, kızına da böyle bir ismi uygun görür: “Sonunda Emma, Vaubyessard Şatosu’nda markizin bir genç kadını Berthe diye çağırdığını hatırladı; o andan başlayarak o ad seçildi.”(132) Emma’nın ölümünden sonra, Charles’ın da ölümüyle beraber Berthe halasının yanında yaşamaya başlar, halasının maddi durumu iyi olmadığından Berthe bir iplik fabrikasında çalışır. Flaubert romanın sonunda Emma’nın romantik tutkularıyla bu şekilde dalga geçmiş ve aristokrat sınıfa ait bir isim koyulan kızın işçi fabrikasında çalışarak sonlanan hayatıyla ironi yaratmıştır.
  • Elindekiyle mutlu olmak Emma için mümkün olan bir şey değildir. 
  • O her zaman daha iyisini, ulaşamadığını istemiştir. Emma’nın böyle biri olmasındaki en büyük etkenlerden biri de okuduğu eserlerdir. 
  • Dönemin Fransız Edebiyatına romantizm akımı hakimdir. Daha rahibe okulunda okuduğu yıllarda Emma gizli gizli bu kitapları okumuş ve kendi hayatının da bir gün böyle olacağını hayal etmiştir, hatta taşralı bir kız olduğunu asla kabullenememiştir. 
  • Nabokov, Emma’nın okuma alışkanlıklarını şöyle eleştirir:
“Emma romansların, az çok egzotik denebilecek romanların, romantik şiirlerin bıkmak bilmez bir okurudur. … Ama önemli olan yazarların iyi ya da kötü olmaları değil. Önemli olan onun kötü bir okur olmasıdır. Kitap okurken heyecanlarına kapılır, sığ ve çocukça bir biçimde kendini şu ya da şu kadın roman kişisinin yerine koyar.”
Bir gün o kitaplardaki gibi şatolarda yaşayacağına, tutkulu, şehvetli bir aşka sahip olacağına kendisini öylesine inandırmıştır ki, hayatındaki hiçbir şeyle yetinemez ve gerçekleri adeta görmezden gelir:
“Yaşadığı anın parıltısı karşısında o ana kadar çok belirli olan geçmişteki hayatı olduğu gibi kayboluveriyor, bu hayatı yaşamış olduğundan neredeyse şüpheye düşesi geliyordu. Emma buradaydı; balo salonunun çevresinde, bütün başka şeylerin üzerine çökmüş olan loşluktan başka bir şey görülmüyordu.” (89)
Charles ise Emma’nın istediği hiçbir özelliğe sahip olmamasına rağmen onu mutlu etmek ister ve karısını gerçekten sever fakat Emma Charles’dan o kadar uzaktır ki, onun yaptığı hiçbir şeyden mutluluk duymaz ve bu evlilikte kendini kapana kısılmış gibi hisseder. Yaşamını böyle geçireceği gerçeğine dayanamaz.


Emma’nın ölümünü dolaylı yoldan etkileyen, onu hayal kırıklığına uğratan bir başka karakter ise Rodolphe’dur. Emma Yonville’de Rodolphe ile tanışır. Charles’ın aksine bilgili, güçlü bir erkektir, zengindir. Emma, onunla beraber istediği her şeye sahip olacağını düşünür. Rodolphe aynı zamanda kadınları çok iyi tanıyan, ne istediklerini bilen bir adamdır. Bu yüzden Emma’yı elde etmek için de ne yapması gerektiğini çok iyi bilir ve Emma’yı onu sevdiğine inandırır. Emma romantik eserlerden gördüğü bu şehvete, gizli buluşmalara özenir, Rodolphe’un aristokrat sınıfa ait olması da onu cezbeden bir başka özelliktir. Rodolphe, Emma için bambaşka bir dünyayı temsil eder, Charles’da arayıp bulamadığı tüm özellikleri Rodolphe’da bulmuştur:
“En sonunda, sevginin zevklerine, mutluluğun artık umudunu kesmiş olduğu o hummasına kavuşacaktı demek, ha? Olağanüstü bir şeyin içine girer gibiydi; burada da her şey tutkudan, coşkudan, sayıklamadan ibaretti; mavimsi bir sonsuzluk her yanını sarmıştı; duyguların doruğu, düşüncelerinin altında ışıldıyordu; sıradan, gündelik hayat ise ta uzaklarda, aşağıda, loşluk içinde, bu yüksekliklerin arasından görünüyordu gözlerine.” (210)
  • Emma ona o kadar bağlanır ki, geride bırakacaklarını bir an bile düşünmeden onunla kaçmaya bile cesaret eder. 
  • Onun için artık sadece Rodolphe vardır, öteki sıradan hayatını görmezden gelmektedir. Rodolphe’un onu gönülden sevdiğine, onunla kaçacağına gerçekten inanır. 
  • Oysa Rodolphe için Emma elde ettiği sıradan kadınlardan bir tanesidir. Emma’nın gözünü boyamak, onu sevdiğine inandırmak Rodolphe için hiç de zor olmamıştır. 
  • Emma’ya söylediği süslü sözlerle adeta onu ayakta uyutur: “Rodolphe:“Belki yüz kere gitmek istedim hatta, ama peşinizi bırakamadım, yine kaldım.”” Emma, Rodolphe’a hediyeler alır. Bunlardan biri yaldızlı, gümüş saplı bir kırbaçtır üstünde latince “gönülde aşk” mühürü bulunmaktadır. 
  • Flaubert burada kırbaç sembolünü bir ironi ile beraber kullanır. Kırbaç gücü temsil eder, bu yüzden Emma ona kırbaç alır çünkü Rodolphe ilişkilerinde güçlü, baskın taraftır ayrıca bir erkekte görmek istediği bir özellik olduğu için gücü temsil eden bir hediye tam Rodolphe’a göredir. “Gönülde aşk” mühürü ise Rodolphe, Emma’yı gönülden sevmediği için bir ironi yaratır. 
  • Burada geçen bir başka sembol ise Rodolphe’a hediye olarak aldığı sigara tablasıdır, bu da Rodolphe’u, Vikont gibi yükseklerde görmesini temsil eder. 
  • Rodolphe da aristokrat sınıfa ait, önemli bir insandır ve Emma’nın ona bu kadar bağlanmasının en büyük sebeplerinden biri de budur. Ancak Rodolphe, kandırdığı her kadına yaptığı gibi Emma’yı da yüzüstü bırakır, terk eder. 
  • Emma bir türlü kendine gelemez, aylarca yataktan çıkmaz. Bu onu ölümüne sürükleyen en büyük nedenlerden biridir. Ama Emma’nın doyumsuz kişiliği zaten onun bir gün Rodolphe’dan sıkılmasına yol açacak ve Rodolphe onu terk etmese de o bir yerde yine daha fazlasını isteyecek, mutlu olamayacaktır. Zaten Rodolphe her ne kadar yüksek bir sınıfa ait olsa da Emma için yeterli değildir. 
  • O büyük bir şehirde, şatolarda yaşama hayalini kurar. Rodolphe, Charles’a göre daha iyi bir seviyede olduğu için Emma’yı etkilemiştir, fakat ona alıştığında bütün bunlardan da sıkılacak ve daha iyisini isteyecektir. Bu sebeple yine bir şekilde ölüme sürüklenecektir.
Emma’nın sınıf atlama çabaları her defasında onu yukarıya taşımaktan çok  daha da aşağıya çekmiştir. Kendi hayal dünyasında yaşaması ve gerçekleri kabullenememesi onu mutsuz bir insan haline getirmiş ve hiçbir şeyden asla tatmin olamamasına yol açmıştır. Romanda Madam Bovary doyumsuzluğu nedeniyle yanlış kararlar ve yanlış seçimlerle kendi sonunu hazırlamıştır.

Kaynakça:
Flaubert, Gustave. Madame Bovary. Çev. Samih Tiryakioğlu. İstanbul: İletişim Yayınları, 2011.
Nabokov, Vladimir. Edebiyat Dersleri. “Madame Bovary”. Çev. Fatih Özgüven ve Nihal Akbulut.
Kelime sayısı: 1494

2 yorum:

  1. Ben kitabı ortalama bir çeviriden okudum. Hani daha iyi çevirilerden tekrar okurum belki ama şu haliyle bile çok anlamlı geldi. Yazımda ben de kitaptan kadınlar ve aşk mevzuları üzerinden inceledim.

    YanıtlaSil
  2. Ben kitabı ortalama bir çeviriden okudum. Hani daha iyi çevirilerden tekrar okurum belki ama şu haliyle bile çok anlamlı geldi. Yazımda ben de kitaptan kadınlar ve aşk mevzuları üzerinden inceledim.

    YanıtlaSil