3 Kasım 2013 Pazar

attila ilhan'la bir gün


Halil Çetin
Karga İçin Yazdı

1977 yılıydı; üniversitede tez konum “Divan Şairi Nedim ile günümüz şairi Attila İlhan’ın şiirlerinde görülen tema benzerlikleri”ydi. Ahmet Erbaş Hocam bu tez konusu için görüşme de talep etmiş ve arkadaşı Attila İlhan’dan Bilgi Yayınevi’nde danışmanlık yaptığı odada randevu bile ayarlamıştı bana..
“sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul'du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu.
(1)
diyen ezberime giren bu şairi tanıyacaktım ha… Ne zor saatler deyip sabır çekerken kendimi gazeteler, dergiler ve kitaplarla kaplı bir odada buldum. İki elim önümde kilitli, tir tir titriyorum. Kendimi tanıttım, Ahmet Bey’in selamını söyledim. Nereli olduğumu sordu, söyledim.
Sevdiğim şairleri sordu, onları da saydım. Nedim’in şiirlerini kendi okudu ve benim yorumlamamı istedi. Konuşmak ne mümkün, kekeleyerek ne anladığımı anlatmaya çalışıyorum. “Otur” komutuyla kitap dolu bir sandalyeye iliştim, kalktı kitapları aldı küçük masasının üstüne koydu. Oturdum. İlk sorumda kendi ağzından yaşamının özetlemesi vardı.
“içimdeki gökkuşağı besbelli neden
bulutların içinden kuşlar yağıyor
bir şiire başlarsın birini bitirmeden
hiç kimse gözlerine inanamıyor
sevmek için geç ölmek için erken”
(2)
1925'te Menemen'de doğduğunu;
adının Attilâ Hamdi İlhan olduğunu; bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleri dolayısıyla daha 16 yaşındayken iki ay hapis yattığını anlattı ilk önce. Lise son sınıftayken Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle bir partiden ikincilik ödülü kazandığını; 1948'de Paris’e gittiğini; ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi olanaklarıyla çıkardığını; Türkiye'ye dönüşünde başı polisle derde girdiğini ve Sansaryan Han'daki sorgulamalarda ölümü, tehlikeyi, gerilimi yaşadığını ve bunu şiirlerinde tema olarak işlediğini irdeledi sonra. 1950’li yıllarda İstanbul - İzmir - Paris üçgeni arasında olduğunu 1968'de Edebiyat Öğretmeni Biket Hanım’la evlendiğini, 15 yıl evli kaldığını hüzünlü bir tavırla dile getirdi. 1973’ten bu yana Ankara’da Bilgi Yayınevi’nde danışmanlık yaptığını söyledi en son.
“Edebiyatın önemli bir adı olmak nasıl bir süreçten geçirdi sizi”ydi ikinci sorum:
“bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
geceler uzar hazırlık sonbahara”
(3)
Garip Akımı ve İkinci Yeni şiirine karşı çıkarak başlamış şiir serüveni. “Maviciler” akımıyla toplumcu gerçekçi şiiri getirmek, Nazım Hikmet’in bir sürdürücüsü olmak istediğini ; şiire yeni bir ses düzeni, taşkın, coşkulu bir anlatım ve kendisine özgü bir duyarlılık katmaya çalıştığını; divan şiiri ve şarkılardan yararlandığını ve özellikle de tutukluluk günlerini ve toplumculara hükümetlerin nasıl eziyetler çektirdiğini birkaç anısıyla anlattı. Geçimini senaryo ve romandan kazandığı paralarla mütevazi bir şekilde sürdürdüğünü de ekledi.
Açılmıştım, bir sürü soru daha…Sakin, sevimli ve taşkın bir söylemle yanıtlar…
“ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
hayır sanmayın ki beni unuttular
hala ara sıra mektupları gelir
gerçek değildiler birer umuttular
eski bir şarkı belki bir şiir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
yalnızlıklarımda elimden tuttular
uzak fısıltıları içimi ürpertir
sanki gökyüzünde bir buluttular
nereye kayboldular şimdi kim bilir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir”
(4)
O günlerde dillere dolanan güzel bir aşk şiiriydi benim için. Şiiri hangi duygularla ve nasıl bir yaşantıyla kurguladığını sordum. Çok mu kadın girdi yaşamınıza diye de ekledim. “Böyle bir sevmek görülmemiştir”deki mesajı sordum.
Yorumumu dinledi, kısaca “çok saçma” dedi ve birden ruh durumu da değişti. Aklımda kalanlar: “Bak genç adam, iyi dinle.
Bir dergiden röportaja geldiler ve bana bir şiirinizde ‘Ne kadınlar sevdim zaten yoktular’ diyorsunuz. Bu, şiirde tema olarak aşk ve kadının çok sık kullanılmasından mı, sizin için gerçekten de aşık olmaya değer birinin olmayışından mı, 'O kadınlar'ın soyutlanan ve belki örneğini bizim göremediğimiz insanlar olmasından mı kaynaklanıyor diye sordular.
Senin ki de aynı soru. Onlara dedim ki sen de anla. Gençleri seviyorum ama enteresan buluyorum: Son yirmi yılda, edebiyatla ilgilenen gençlerde bizim gençliğimize göre tam tersi bir durumla karşı karşıyayım. Yüzeysel davranıyor gençler. Edebiyat demek insan ruhunun mimarisini incelemek demektir, gençlerin çoğu insana ya yanlış bakıyor ya da hiç bakamıyor, dünyanın gidişatı hakkındaki bilgisi çok zayıf, gazetelerdeki birçok boş şeyi ciddiye alıyor.
Ben toplumcu bir şairim, bana aşkı fazla sormasın gençler. Benim kitaplarımın içinde toplumcu şiirler var, hatta gerilim şiirleri var. Hiç kimse bu konularda bana soru yöneltmiyor. Sizin neslinizin anlayamayacağı bir yan var, isterseniz ben orayı anlatayım size: Sizin nesliniz bizim neslimizin buluğ ve daha sonraki çağlarda yaşadığı bazı şeyleri yaşamadı.
İkinci Dünya Savaşı'nın gerek ülkemizdeki, gerekse dünyadaki etkileri korkunçtur. Bu savaş, bizim bütünüyle iki şeye kaymamıza sebep oldu. İlk olarak yokluklar içinde yaşadık, yani 1942 veya '43 yılında sevgilini alıp pastaneye götüremezdin çünkü, şeker yoktu bu yüzden pasta da yapılamıyordu. İkincisi, Türkiye ve dünyada o zamanki tabiriyle 'ahvali fevkalade', olağanüstü durum dolayısıyla son derece gerilimli bir dönem içerisindeydi.
Durup dururken, yanlışlıkla söylemiş olduğun bir sözcük yüzünden seni hapse atabiliyorlardı, orada on beş gün kalırdın, bu süre zarfında kimse senden haber alamazdı. Bizim dönemimizde özellikle toplumcu şairlerde bu psikoloji yer eder.
Ben 'Duvar' şiirimi yazdığım sırada 'Duvar'ın ne olduğunu zaten biliyordum. Yani bilmeden onu yazarsan inandırıcı olmaz, inandırıcı olması için bir takım insanları etkilemesi gerekir. Bir mektup yüzünden beni hapse attılar, aşkın ne kadar gerilimli bir şey olduğunu şimdi sen düşün. Bugün herhangi bir okulda, her gün yapılan bir şey, benim okuldan atılmama hatta ve hatta hapsedilmeme neden oldu. Bu ortam içerisinde sanatçı yapılı birisiysen bundan etkilenirsin.
Senin işine yarayacak bir söz söyleyeyim. Aşk imkansızdır, Nâzım'ın bütün aşkları da imkansızdı, çünkü hep hapisteydi.
Daha büyük bir imkansızlık ise şairin yaşama şartlarıdır. Suna adında bir kız arkadaşım vardı, onunla evlenmeyi düşünüyordum, ama nasıl evlenecektim, babası bana açıkça kızımla birbirinize çok yakışıyorsunuz ama ona nasıl bakacaksın diye sordu...
Doğru söylemişti, o kızla evlenecek olsam nasıl bakabilirdim. O ortamı yaşayan insanların aşkı da gündelik yaşamı da askıda yaşamaktır. Benim kitaplarımdan bir bölümünün adı 'Askıda Yaşamak'tır. Askıda yaşamakta, bir dakika sonranın ne olacağı belli değildir. Böyle olunca da sen düşsel aşklar yaşıyorsun, çünkü düşsel bir kadın seninle her an beraberdir.
Anladın mı beni? Benim kafamdaki sevgili düşsel ve imkansızdır. Bu durum insan yaşamında iki türlü rol oynuyor, birincisi insanın yaşamdan aldığı etkilerle kendi kafasında bir sevgili düşü gelişiyor. Kız, buna benzeyen bir kişiliğe sahipse şansı vardır.
Şair o kıza ciddi bir şekilde yaklaşıyor çünkü onu çok beğeniyor. Ama tabii şair kendi şartları içerisinde tasarlamış, halbuki kızın kendi şartları var...
Yan yana geldiğinizde o sana, hadi şuraya gidip oturalım, dediğinde, onun dediği yer senin yaşamında asla gitmek istemediğin bir yer olursa oradan itibaren düş bozuluyor, bu yüzden imkansız aşklar çok güzel, çünkü, bu hayal kırıklıkları onlarda yaşanmıyor…
Benim hayatımda da birkaç tane imkansız aşk oldu ve onlar beni çok derinden etkiledi. Bu şiiri de o günlerde tasarladım ama hapishanede yazdım.
Mutlu aşk yoktur, aşkın yerine şefkat gelirse kurtarırsın. Ben kendi adıma şefkate ağırlık veren bir insanım.”
Askıda yaşayan şair İlhan.
“Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
Gece trenlerine binme, kaybolursun
Sokaklarda mızıka çalma çocuk
Vurulursun...”
(5)
O gün yaşamıyla beni sarhoş etmişti İlhan. Böyle bir birikimle gerçekten ünlü olmayı hak ediyordu. Teşekkür ederken kendine, elimi sıkı sıkı kavradı ve yardımcı olabildim mi, dedi. Ahmet Bey değerli bir hocadır, saygılarımı ilet demeyi de unutmadı. Bir teşekkür de Ahmet Hoca’ma, bana büyük bir şairi tanımama aracı olduğu için.
Şiirleri bestelendi, şarkı oldu. Timur Selçuk, Alpay, Ahmet Kaya ve en son da Yaşar’dan dinledik durduk.
1981’e kadar Ankara’da kaldı şair. Sonra İstanbul'a yerleşti. İstanbul'da gazetecilik serüvenini Milliyet, Güneş, Meydan ve Cumhuriyet'te sürdürdürdü 11 Ekim 2005'te İstanbul'daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu yaşama veda etti.
Evet,
Attila İlhan ne kadınlar sevdi,
böyle bir sevmek görülmemiştir, dedi.
Doğru sözlere ne denir ki?
Şiirler:
1.Sisler Bulvarı;
2.Kimi Sevsem Sensin;
3.Tutuklunun Günlüğü;
4.Böyle Bir Sevmek;
5.Ben Sana Mecburum

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder