21 Mayıs 2014 Çarşamba

hakiki hayat sahneleri 2

Ölüm Adın Kalleş Olsun


veya
Mülkiyet Düşmanlığım
Geçen gün bir arkadaşımla oturuyorduk evde. Siyasetten spora, ekonomiden edebiyata, sağlıktan kadına, bilumum süreli yerel yayın konularını değerlendiriyorduk. Birden bana:
“Bi kaçak çay demle de içelim” dedi.
“Kaçak yok” dedim.
“Nasıl yok sen severdin” dedi.
“Hala severim ama yok. Sanki dünyada sevdiğim her şeye sahip oldum da bir kaçak çay eksik Allah’ını.” dedim.
Aradan biraz zaman geçti, arkadaşım gitti ve yalnız kaldım. Çok kötü oldum. Durduk yere, sırf bir arkadaşın densizliği yüzünden, ağır bir gerçeği kendi yüzüme vurmuştum. Sevdiğim her şeye sahip değildim. Bu sahip olduğum şeyleri sevmediğim anlamına gelmez. Ama sevip, sahip olduğum şeyler, sevip, sahip olamadığım şeylere üzülmeme mani olmuyor.  Yıkıldım. Kahroldum. Kendimden geçtim. Lanet olası pislik bana neler yapmıştı böyle.
Tam bu noktada durdum.
“Mülkiyet kavramı beni bu hale getirdi” dedim.
***
Mülkiyet düşmanıyım ben. Önceden değildim yeni oldum. Ortodoks Marksist bir abimiz var, Rıfat abi. Onun sayesinde oldum.
Okulu yeni bitirmiş, özel sektörde patronun önüne yatan kendi halinde biriydim. Ama sağ olsun Rıfat abi gözümü açı. Bir gece rakı içiyoruz onunla, derin konulara girdik. Muhabbetin bir yerinde,
  • Şu anda yaşadığımız düzeni, 
  • bütün üretim ilişkilerini alt üst edecek tek güç işçi sınıfı.
  • Çünkü onlar mülksüzler. 
  • Mülksüz çoğunluğun neferleri… dedi.
Düşündüm bu mülk düşmanlığının sebeplerini. Tamam, eşitsizlikler filan kötü de mülk düşmanlığı niye? Düşünmekle de kalmadım sordum,
“Abi benim şu kötü arabamın size zararı ne?”
Rıfat abi yüzüme gülümseyerek baktı. Ama ben alt yazıyı okudum, “Bre aptal oğlum ne alakası var” diyordu o gülümsemeyle.
Oturdu açıkladı.
  • Benim arabamda gözleri yokmuş. 
  • Asıl mesele üretim araçlarının mülksüzleşmesi imiş. 
  • Üretim araçları dediği, fabrikalar, tarlalar, tersaneler filan… 
  • Bunların devletin mülkiyetinde olması gerekiyormuş. 
  • Diğer türlü eşitsizlikler ortaya çıkıyormuş. 
  • Yaşadığımız sistem de bu yüzden adil değilmiş.
Kişiler üretim araçlarına sahip olunca huyları değişiyormuş. Kar hırsıyla yanıp tutuşuyorlarmış. Bir de aralarında rekabet oluşuyormuş.
Öyle, “ben bir fabrikaya sahip oldum, ekmeğime bakayım” yok. Ya o fabrikaya kapatacakmış ya da büyüyecekmiş. Tabi bu namussuzlar büyüme meselesinin kolayını bulmuşlar, maliyeti düşürmek.
  • En fazla da işçilik maliyetini düşürmeye çalışıyorlarmış. 
  • İşsizlik, ucuz işçilik filan hep bu patron sınıfı yapıyormuş. 
  • Hatta gasp filan da dedi de anlamadım. 
  • Bildiğiniz şerefsizlik yani. Götleri yiyorsa çıksın kapışsınlar teke tek. 
  • Ne istiyorlar işçilerden. 
  • Çok mantıklı geldi bana Rıfat Abi’nin anlattıkları. 
  • Ben de özel mülkiyete karşı oldum.
Bu arada Rıfat abi bana da laf sokmayı ihmal etmedi,
“Sen de arabayı halk için kullanmanın yollarını bul oğlum” dedi.
*
Aradan biraz zaman geçti, bir akşam oturuyorum, haber kanalları son dakika girdi, “Soma’da maden patlaması” diye. Sabaha kadar rakamlar, bakanlar, yalanlar, ağıtlar havada uçuştu.
Birkaç gün sonra bilanço netleşti. Üç yüz bir (301) işçi ölmüştü, bakan iki gün aynı gömleği giyinmişti. Halk sistemin yüzüne tükürmüştü, sistem yerde yatan insanlığa tekme atmak suretiyle gerçek yüzünü göstermişti. Sendikalar satılmış, işçiler kredi borçları yüzünden ölüme gitmeye tekrar ikna edilmişti…
*
Velhasıl, mülkiyet kötü bir şeydir. Kapitalizm de öyle…
Sevmek için sahip olmak gerekmez, sahip olmadan da sevilir…
Kaçak çay güzeldir.
Bir de, fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar, her şey emeğin olsun…
___________
Soma katliamında hayatını kaybeden işçilere saygıyla…
___________ 
Ali Doğan Karacık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder