21 Mayıs 2014 Çarşamba

Doğmuş Bulundum

Ve son


Kafamı kaldırdım. Bu Tanrıydı. Saflıktan oluştuğu söylenilen Tanrı griydi tamamen. O sırada bilinçaltımı tekrar hissetmeye başladım. Zamanım azalıyordu. Her an tehlikeyi fark edip yok edebilirdi beni. Gözümün önünden ışık hızında sayılabilecek görünmezlikte geçmişim geçti.
Olamaz. Oğluna ihanet eden yüz karası! Sol elimi yumruk haline getirip o denli sıkmıştım ki elmanın suyu akmaya başlamıştı. Gözlerimle elimi süzdüğümde tekrar dehşete düştüm. Sanki yok oluyordu yavaş yavaş elim. Elimin arkasını görebiliyordum. Tanrı hala duaları dinlerken sıranın benim duama gelmesini bekledim. Elmayı hemen atabilecekken benim çektiğim acıyı hissetmesi için biraz daha bekledim. O sırada geçmişimi düşündüm. Şimdi her şey yerine oturuyordu. Tüm acılarımın anlamı vardı artık. Şu ana dek hissetmediğim acılıktaki şeyi bunları düşünürken hissetmiştim. Sırf ona itaat etsinler diye beni aç kurtların arasına göndermişti. Kendi gelip söyleyemezdi bana dedirttiklerini, korkaktı çünkü o.
Bir anda irkildi. Fark etmişti burada olduğumu. Vücudu griden siyaha doğru kayan renklere bürünüyordu. O esnada elimdeki elmayı tüm gücümle fırlattım. Tüm melekler ayağa kalkmıştı. Derin bir sessizlik.
Ve babam ağladı. Suçluluk hissine kapılmış olmalı ki bana bir şeyler demeye çalışıyordu.
‘Oğlum anneni arıyorsun. Annen beyaz yerde ağlayan kadın. Dur sen konuşma! Beni bir melekle aldatınca gözlerini çıkardım. Ve eski haline bürünmesin diye kendisini de çıkardım ondan. Meleği ise onu kullanarak sürekli savaşmak zorunda kalacağı bir kum saatinin esiri yaptım. En azından bir şeyleri bilmeye hakkın var diye söylüyorum bunları. Ne olur acımasız biri olduğumu düşünme.’
Biraz daha dikkatli bakınca babamın acı çektiğini anladım. Gövdesinden başlayıp dairesel bir biçimde vücuduna dağılan bir yok oluş. Hayır, hak etmiyordu benden duyacağı son sözleri. Kafamı çevirip meleklere bakınca aynı şekilde onların da yok olduğunu fark ettim. Tanrının tüm gerçekliği boşluğa gidiyordu. O sırada başım dönmeye başladı sonra tüm melekler ve gökyüzü…
Gözlerimi açıyordum. Kafam Logos’ un dizlerinin üstünde.
 ‘Neredeyiz?’
‘Şimdiki zamanda.’
‘Ah Logos biz kardeşmişiz!’
Etraf çok sessiz. Son gördüğümden çok farklı burası. Biraz daha ileriye bakınca meteorların oluşturabileceği büyüklükte dev çukurlar görüyorum. Ama dünyadayız en azından. Büyük oyuklar ve yeni oluşmaya başlamış yosunlar burada neler olmuş sorusunu sormaya itiyor beni.
‘Yaşamdaki tüm gerçekliği yok ettin ve geride kalan iki insanız’.
 ‘Peki senin gerçekliğin?’
Gülümseyerek , ‘Ölü birini öldüremezsin.’. Anneme hala bağlı olan 5 melek dirilttiler gerçekliğimi.
Her zamankinden farksız olarak; ‘Yapmamız gereken şey nedir?’
‘Yeni bir dünya oluşturmak.’
‘Nasıl olur ki bu ama biz kardeşiz, babalarımız farklı olsalar da.’
‘Adem’in çocukları gibi işte.’
Bu sözleri söylerken Logos daha da güzel görünüyor bana. Elime baktım, düzelmiş.
‘Babam kendi gerçekliğinin bağlı olduğu kum saatini kırdı ve senin boşluğunu doldurdu.’
‘Annemize ne oldu peki?’
‘Cehennemi söndürebilmek için gerçekliğini yakmasını istedi İblisten. En azından cehennem bir süre gerçek olacak. Gerçeklik yanılsamaları yok edene dek. Bu büyük oyuklarsa annemizin son gözyaşları.’
Babanı asla unutmayacağım Logos, herkes başka insanlarla kendi boşluğunu doldururken o benim boşluğumu var etmek için kendini yok etti. En azından bu iyi bir şey. Baban için sonucu kötü olsa da.
Logostan yürümek için izin alıp biraz ilerledim. Artık onun babasını ya da herhangi birini düşünmek için çok geçti. Logos bile kendini var edebilmek için birini yok etmişti. Ben istemesem de sonuç olarak aynı durum bende de gerçekleşmişti.
İyi ya da kötü olmadan, cennet ya da cehennem-bir an önce sönmesini dileyerek- olmadan, ödül ya da ceza olmadan özgürce yaşayabilecekti artık bizden sonraki insanlar. Peki biz insan mıydık? Tanrı ne kadar insansa ben de en az o kadar insandım. Logos ise artık her gün ölmek zorunda kalmayacağı için insan sayılabilirdi. Peki, hastalıklı bir türün son üyeleri olmaya sevinmeli miydik? Dünyaya yeni yanılgılar getirmeye ne kadar hakkımız vardı?
Bunları düşünürken birkaç arkadaşımla yaptığım sohbet aklıma geldi.
‘Tanrının ortadan kaybolup gitmesi bizi gerçeklikle karşı karşıya bırakmıştır. Peki ya gerçeklik de kaybolursa o zaman ne yapacağız?’ demişti bir dostum. Sanki bugünü öngörüp de söylemişti bu cümleyi. Mutlak gerçeklik var mıydı peki? Eğer varsa şu an nasıl bulabilirdik onu? Gerçeklik inanmayı bıraktığımız zaman kaybolmayan şeylerdir diyen birini hatırlıyorum. Sanırım onun için Tanrının gerçekliği geçen her dakika daha da belirginleşmiştir. Çünkü biz inansak da inanmasak da o bir yerlerdeydi hep. Peki neydi bu gerçeklik? Bilinçten ayrık mıydı yoksa bilinçle işbirliği içinde miydi? Belki bir yanılsamaydı. Masanın sağ köşesindeki arkadaşı hatırladım. ‘Yanılsama olduğunu unuttuğumuz yanılsamalar’ derken ne içten gülüyordu.

Bitti


Ali Suat Arslanlı

1 yorum: