Kafamı kaldırdım. Bu
Tanrıydı. Saflıktan oluştuğu söylenilen Tanrı griydi tamamen. O sırada
bilinçaltımı tekrar hissetmeye başladım. Zamanım azalıyordu. Her an tehlikeyi
fark edip yok edebilirdi beni. Gözümün önünden ışık hızında sayılabilecek görünmezlikte
geçmişim geçti.
Olamaz. Oğluna ihanet
eden yüz karası! Sol elimi yumruk haline getirip o denli sıkmıştım ki elmanın
suyu akmaya başlamıştı. Gözlerimle elimi süzdüğümde tekrar dehşete düştüm.
Sanki yok oluyordu yavaş yavaş elim. Elimin arkasını görebiliyordum. Tanrı hala
duaları dinlerken sıranın benim duama gelmesini bekledim. Elmayı hemen
atabilecekken benim çektiğim acıyı hissetmesi için biraz daha bekledim. O
sırada geçmişimi düşündüm. Şimdi her şey yerine oturuyordu. Tüm acılarımın
anlamı vardı artık. Şu ana dek hissetmediğim acılıktaki şeyi bunları düşünürken
hissetmiştim. Sırf ona itaat etsinler diye beni aç kurtların arasına
göndermişti. Kendi gelip söyleyemezdi bana dedirttiklerini, korkaktı çünkü o.
Bir anda irkildi. Fark
etmişti burada olduğumu. Vücudu griden siyaha doğru kayan renklere bürünüyordu.
O esnada elimdeki elmayı tüm gücümle fırlattım. Tüm melekler ayağa kalkmıştı.
Derin bir sessizlik.
Ve babam ağladı.
Suçluluk hissine kapılmış olmalı ki bana bir şeyler demeye çalışıyordu.
‘Oğlum anneni
arıyorsun. Annen beyaz yerde ağlayan kadın. Dur sen konuşma! Beni bir melekle
aldatınca gözlerini çıkardım. Ve eski haline bürünmesin diye kendisini de
çıkardım ondan. Meleği ise onu kullanarak sürekli savaşmak zorunda kalacağı bir
kum saatinin esiri yaptım. En azından bir şeyleri bilmeye hakkın var diye
söylüyorum bunları. Ne olur acımasız biri olduğumu düşünme.’
Biraz daha dikkatli
bakınca babamın acı çektiğini anladım. Gövdesinden başlayıp dairesel bir
biçimde vücuduna dağılan bir yok oluş. Hayır, hak etmiyordu benden duyacağı son
sözleri. Kafamı çevirip meleklere bakınca aynı şekilde onların da yok olduğunu
fark ettim. Tanrının tüm gerçekliği boşluğa gidiyordu. O sırada başım dönmeye
başladı sonra tüm melekler ve gökyüzü…
Gözlerimi açıyordum.
Kafam Logos’ un dizlerinin üstünde.
‘Neredeyiz?’
‘Şimdiki zamanda.’
‘Ah Logos biz
kardeşmişiz!’
Etraf çok sessiz. Son
gördüğümden çok farklı burası. Biraz daha ileriye bakınca meteorların
oluşturabileceği büyüklükte dev çukurlar görüyorum. Ama dünyadayız en azından.
Büyük oyuklar ve yeni oluşmaya başlamış yosunlar burada neler olmuş sorusunu
sormaya itiyor beni.
‘Yaşamdaki tüm
gerçekliği yok ettin ve geride kalan iki insanız’.
‘Peki senin gerçekliğin?’
Gülümseyerek , ‘Ölü
birini öldüremezsin.’. Anneme hala bağlı olan 5 melek dirilttiler gerçekliğimi.
Her zamankinden farksız
olarak; ‘Yapmamız gereken şey nedir?’
‘Yeni bir dünya
oluşturmak.’
‘Nasıl olur ki bu ama
biz kardeşiz, babalarımız farklı olsalar da.’
‘Adem’in çocukları gibi
işte.’
Bu sözleri söylerken
Logos daha da güzel görünüyor bana. Elime baktım, düzelmiş.
‘Babam kendi
gerçekliğinin bağlı olduğu kum saatini kırdı ve senin boşluğunu doldurdu.’
‘Annemize ne oldu
peki?’
‘Cehennemi
söndürebilmek için gerçekliğini yakmasını istedi İblisten. En azından cehennem
bir süre gerçek olacak. Gerçeklik yanılsamaları yok edene dek. Bu büyük
oyuklarsa annemizin son gözyaşları.’
Babanı asla
unutmayacağım Logos, herkes başka insanlarla kendi boşluğunu doldururken o
benim boşluğumu var etmek için kendini yok etti. En azından bu iyi bir şey.
Baban için sonucu kötü olsa da.
Logostan yürümek için
izin alıp biraz ilerledim. Artık onun babasını ya da herhangi birini düşünmek
için çok geçti. Logos bile kendini var edebilmek için birini yok etmişti. Ben
istemesem de sonuç olarak aynı durum bende de gerçekleşmişti.
İyi ya da kötü olmadan,
cennet ya da cehennem-bir an önce sönmesini dileyerek- olmadan, ödül ya da ceza
olmadan özgürce yaşayabilecekti artık bizden sonraki insanlar. Peki biz insan
mıydık? Tanrı ne kadar insansa ben de en az o kadar insandım. Logos ise artık
her gün ölmek zorunda kalmayacağı için insan sayılabilirdi. Peki, hastalıklı
bir türün son üyeleri olmaya sevinmeli miydik? Dünyaya yeni yanılgılar
getirmeye ne kadar hakkımız vardı?
Bunları düşünürken birkaç
arkadaşımla yaptığım sohbet aklıma geldi.
‘Tanrının ortadan
kaybolup gitmesi bizi gerçeklikle karşı karşıya bırakmıştır. Peki ya gerçeklik
de kaybolursa o zaman ne yapacağız?’ demişti bir dostum. Sanki bugünü öngörüp
de söylemişti bu cümleyi. Mutlak gerçeklik var mıydı peki? Eğer varsa şu an
nasıl bulabilirdik onu? Gerçeklik inanmayı bıraktığımız zaman kaybolmayan
şeylerdir diyen birini hatırlıyorum. Sanırım onun için
Tanrının gerçekliği geçen her dakika daha da belirginleşmiştir. Çünkü biz inansak
da inanmasak da o bir yerlerdeydi hep. Peki neydi bu gerçeklik? Bilinçten ayrık
mıydı yoksa bilinçle işbirliği içinde miydi? Belki bir yanılsamaydı. Masanın
sağ köşesindeki arkadaşı hatırladım. ‘Yanılsama olduğunu unuttuğumuz
yanılsamalar’ derken ne içten gülüyordu.
Bitti
Ali Suat Arslanlı
bu adamın neyi var
YanıtlaSil