24 Şubat 2015 Salı

özlem

Yine bilmediğim bir köyde, ne aradığımı bilmeden dolaşıyordum…  yoruldum dedi yaşlı  teyze, çapaladığı bahçenin kenarındaki yüksekliğe otururken…  Tülbentine yüzünün terini silip, uçlarını birer omuzundan arkaya doğru attı. “Ama geçer”,  gülümsedi “geçmeyen bir tek yorgunluk vardır;  o da özlemin yorgunluğudur…” O an yanına iliştim…  Durup düşündüm hayata dair  en yorucu  duyguyu  gerçekten de özlemdi…  Ta derinlerimden sarsarak  geldi  bu cevap…
“Bazen alışırsın varlığına kuş  tüyü  gibi hafif gelir, hatta varlığını unutur onunla bütünleşip yaşarsın. Bazen bıkarsın ağırlığından, altında ezilmekten, taşımaktan, hareketini kısıtlamasından, adım atamamaktan, dizlerinin dermanını kesmesinden, kurtuldum deyip, en başa dönmekten bıkarsın…”
Bana Sisifos’un kayasının özleme bürünmüş halini anlatıyordu… Sessizce dinlemeye devam ettim…
O kayayı balyozla parçalamak, en tepedeyken olanca gücümle fırlatmak istediğim anları sustum…
“Dinmeyen özlemler, dinmeyen öfkeler doğurur…” dedi… biliyorum deyemedim…  hatta,  mantığım devre dışı kaldı… Yorgunluk ve bıkkınlığın hissettirdiği yılgınlıkla davrandım… bırakın etrafımdakileri ben beni  tanıyamadım. Bin kere bunu yapar mısın diye sorsalar bin kere yapmam deyeceğim şeyleri, ardı ardına yaptım… Son diyerek,  aradım, bu son deyerek yazdım, bu son deyerek  bekledim…Sonlar sonlara karıştı…
 “En çok da kokusunu özlersin…”  dedi. Kokusu oksijen kadar gerekliydi dedim içimden;öyle hissetmiştim. Boynuna bir kere kollarımı dolayıp, kokusunu içime çeke  çeke öptüm  mü  tüm dertlerimin biteceğini, sonrasında doya doya nefes alabileceğini sanmıştım…
Bunlar içimde devinirken, yüreğimi yakan sorular  belleğimde şimşek gibi çaktı. Cevabından korktuğum sorular şimşeğin çakışıyla aydınlanan gece kadar ürkütücüydü. Bu kayayı  neden tek başıma taşıyorum? Birlikte yaşananın acısını niye bir başıma çekiyorum? Bu bir yanılsama mıydı?.. Yanlış soru doğru  cevaba gitmez derler ya…  sorular başkaysa ve ben o soruları bilemiyorsam ya da bulamıyorsan… Kayayı yuvarla dur…
Zaman yalnızlığımın içinden  tüm hışmıyla akarken, teyzenin sözleriyle irkildim
“Sen tükenirsin , özlem tükenmez. İvazsız bekleyiştir özlem…  Törpülendiğinle kalırsın…”
Sen çok mu özlem çektin teyze dedim… Derin bir ah çekti… 
“Eskiler de sevmek ayıptı, söylemek zaten mümkün değildi. O zamanlar öyleydi, neylersin…  Komşu oğluydu… Köyde evlerimizin kapıları bir bine bakardı... Komşuluklar şimdiki gibi değildi, sıkça bir bir evine girip çıkardık… Onu gördüğümde heyecandan elim ayağıma dolanırdı… Bana bakmasından ne kadar utanıyorsam bir  o kadar da hoşuma gidiyordu… Yanaklarım al al olurdu…  O zamanlar sevmek, konuşmak demekti, bakışmak demekti…  Bir yolunu bulup, bahçeye birlikte gidip geliyorduk…  Onunla yan yana yürüyebilmek için kadınlarla bahçede çalışacağıma erkeklerin taşıdığı sepetleri taşıyordum… Onunla bir adım daha fazla atmak için karda tipide ormana  odun yapmaya gidiyordum… Bir sefer yolda bir fırtına bir tipi tuttu bizi, adım atmak mümkün değil, korkuyoruz, üşüyoruz… Ne zaman diner bilmiyoruz, yola devam etsek yanlış yöne gideriz derdi var… Bir ağaca yaslandık, bekleyelim dedik… Açtı parkasının düğmeleri sardı bana, ömrümü ömrüne ilikledi sanki, ne kokusunu ne sıcaklığını hiç unutmadım Ömrüm orada biteydi hiç gam yemezdim… değil karı fırtınayı soluk almayı unutmuştum… Bizi hiçbir şey ayıramaz sanırdık… O askere gitti, beni istemeye geldiler. Tabii ne sorar oldu bana ne söyleyen, söz kesildi… benim elim varıp yazamadım, kimse de söylememiş…  Düğün günü baktım gelmiş… Uzaktan tebrik etti… Ben kanlı yaşlar  döktüm…” Gitmem” demiş “o düğüne, gidersem onu alır çıkarım.” Büyükler demiş ki el var ar var… Gideceksin bir görünüp çıkacaksın… Mecbur kalmış . Eskiler de her şey zordu ama sevmek en zoruydu… Düğünden  çıkıp bahçelere gitmiş saatlerce toprağa kapanıp ağlamış… ”
Ben teyzeye mi ağlıyordum, kendime mi bilemeden ağlıyorduk… İkimiz iki gözü iki çeşme… 
“Bayramlar bize azap oldu… Birbirimizi görmek, usulen bayramlaşmak zorundaydık… Birbirimize küs değildik biz feleğe küsmüştük… Özür dilemesi gereken oydu… … İkimizin de ne suçu vardı ne de yapabileceği. Bana kalsa yanında birisini görmektense onu ömür boyu görmemeyi yeğlerdim”
Gözlerinin kızarışından anlıyordum; konuştukları lavdı; sustukları mağma.
Yüzündeki çizgiler acılarının kitabesi gibi; derin, uzun ve yoğun… ufuk çizgisine bakarak konuşuyordu sanki bana değil de orda birisine anlatıyordu. biz kıyı şehrindekiler kaybettiklerimizi hep ufuk çizgisinde ararız...
“Ben yorganı başıma her çektiğimde onun kokusunu aldım… Yorganı başına çektiğinde kimin kokusunu burnuna geliyorsa aşk onadır özlem ona” dedi, usulca kalktım yanından
Koku…Özlem…Aşk!
Aysun Tirgil

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder