Son Ada
Son zamanlarda okuduğun
en güzel roman nasıl ki İzzet Dönmez’in Yatılı Düzlükleri adlı eseri ise son
zamanlarda okuduğum en kötü roman da Zülfü Livaneli’nin Son Ada’sıdır.
Livaneli’ye göre Son
Ada onun ilk politik romanıdır. Bunu yaparken de elbette öncülleri gibi bir
metafordan yararlanarak kendi gerçekliğini kurmuştur. Benzerini gayet yetkin
bir şekilde George Orwell’den görmüştük, 1984 ve Hayvanlar Çiftliği ile. Başka bir
distopyayı Sineklerin Tanrısı ile William Golding yapmıştı.
Livaneli’nin Son Ada’sı
bunların yanından bile geçemeyerek hem kendisi için hem bu romana ödül verenler
için ve hem de çok sevdiğim Yaşar Kemal için ne yazık ki bir fiyasko olmuş,
zira bu romanı “haksızca” övmüş Yaşar Kemal, “Zülfü, büyük kapıdan bu romanıyla
girmiştir.” diyerek.
Roman bir adada
geçiyor; her şey güllük gülistanlıktır ama bir gün bir diktatör emeklisi gelir
ve adayı allak bullak eder. Diyeceğim budur özet olarak, zaten roman da bu
kadardır.
Hiçbir estetik
derinliği yok. Romanın anlatıcısı ısrarla “edebi” bir iş yapmaya kalkmadığından
bahsediyor, ezik bir karakter de çizerek roman boyunca, ama Livaneli nedense en
nihayetinde bir roman yazdığını unutmuş.
Romanda her şey
derinliksiz, adeta okuru salak yerine koyan bir tavır var. “Sen anlamazsın bu
romanın mesajını ve ben bunu sana bak dümdüz anlatıyorum ki sen de ülkeler
felakete nasıl sürüklenir anla.” tavrı… Bu tavır romanın anlatıcısından değil,
Livaneli’nin kendisinden kaynaklanıyor. Karakterler karton dekorlar gibi,
olaylar, olayların dayandığı metaforlar ilkokul düzeyinde, üstelik son derece
lezzetsiz bir tarzda servis edilmiş bunlar okur masasına. En fazla bir gazete köşe
yazısı veya eskilerden bir fabl olabilecek anlatı bize roman diye sunulmuş,
Doğan Kitap da bunu basmış ve 2009 senesinin jürisi bu kitaba Orhan Kemal Roman
Armağanını vermiş. Yukarıda dediğim gibi, Yaşar Kemal de bu son derece basit
yani çapsız romanı bir güzel övmüş. Yaşar Kemal’e sitem ediyorum buradan, hayal
kırıklığına uğradım bu manada.
Dünyada anlatılmamış
bir şey yoktur, denir; önemli olan bunu nasıl anlattığındır. Konudan çok üsluba
işaret edilir, yazarın bu yoldaki yaratıcılığına bakılır, gerçeği yeniden kurarak
bina ettiği gerçeklik muhatap alınır.
Son Ada’da her şey bana
yalandan geliyor; anlatıcının aşkı, âşık olduğu Lara, anlatıcının kahramanı
olan Yazar’ın muhalifliği, adalıların küçük burjuva kaygısızlıklarından doğan
bilinçsizlikleri ve tutarsız halleri, başkanın zulmü, martıların direnişi, tilkilerin kullanılır varlıklar olması, yılanların toplumu zehirleyen unsurlara denk gelmesi, bakkal çırağının duyarlılığı
falan filan. Hepsi kof birer figür. Oysa roman dediğin hele ödüllü roman
dediğin karakterler ister. Koca romanda bir tane karakter yok. Asıl şahısların
yanında (karakter demiyorum), Livaneli’nin birdenbire aklına gelmiş gibi ortaya
çıkıveren tipler var. Livaneli keşke, yazarlığa dair bir şeyler öğrenmek için Yaşar Kemal’i az olsun dikkatli okumuş
olsaydı, hiç olmazsa onu da böyle mahcup etmemiş olurdu, en azından benim bakış
açımda.
Son olarak. Livaneli’nin
bu anlatıda dile getirdikleri yok saydığımız olgular değil, ama bir edebiyat
mevzusunda bunların hiçbir kıymeti yok. Okumazsanız hiçbir şey kaybetmezsiniz.
M. Cahit Uzungece
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder