30 Aralık 2014 Salı

Bronte Kardeşler

ve
EMILY BRONTE

Beş kız kardeştiler, birde ağabeyleri vardı. Anneleri son çocuğunu dünyaya getirirken ölmüş, çocuklar halalarının eline kalmışlardı. Babaları kasabanın papazıydı, az konuşur, yüzü gülmez, şaka nedir bilmez bir adamdı. Çocuklarının eğitimini, öğretimini kız kardeşine bıraktı. Hala onları her gün karşısına alır, İncil’den sayfalar okur, kıssadan hisse çıkarılacak hikayeler anlatır, ahlaki dersler verirdi. Rahip Bronte de onları haftada bir gün imtihandan geçirirdi. İmtihan günü aralarında geçen konuşmayı şöyle özetleyebiliriz:

  • “Senin gibi bir çocuğun en çok neye ihtiyacı vardır, Anne?” Mavi gözlü küçük bir allame olan dört yaşındaki Anne Bronte.
  • Bu sefer öbür kızına döndü:
  • “Söyle bakayım, Emily, ağabeyin yaramazlık ettiği vakit ne yapayım?
  • Beş yaşındaki Emily’cik hiç düşünmedi.
  •  “Kendisiyle mantık dairesinde konuşursunuz, mantıktan anlamazsa kırbaçlarsınız.”
  • Sıra sekiz yaşındaki ablaya gelmişti.
  • “Dünyanın en iyi kitabı nedir, Charlotte, kızım?”
  • “İncil… birde tabiat, baba.
  • On yaşındaki büyük abla Maria da sırasını bekliyordu. Babası en sonunda ona döndü:
  •  “Şimdi sen söyle, kızım. İnsan vaktini en iyi nasıl geçirebilir?
  • Maria da dersini çok iyi biliyordu.
  •  “Bence bir insan vaktini öbür dünyaya hazırlanmakla geçirmelidir, efendim.”
Papaz evinin kasvetli odalarında, dört duvar arasında büyüyen çocuklar bu çok küçük yaşlarında yaşlı insanların ağırbaşlı hayatı içinde yaşıyorlar, onlar gibi kederle, elemle yoğruluyorlardı. Bir eleştirmecinin dediği gibi, “daha parmaklarını emmeleri beklenecek bir yaşta onlara ölüm üzerine, öbür dünya üzerine konuşmaları öğretilmişti.” Gerçektende evleri kilisenin yanındaydı, pencereden bakınca mezarlığı, birer ölüm heyulası gibi yükselen kapkara ağaçları görüyorlar, karaltılar arasından her an Azrail’in, Şeytan’ın çıkıvereceğini düşünüyorlardı.

Kızların ikisi –Maria ile Elizabeth- küçük yaşta öldüler. Bu karanlık, kapanık hayat içinde meydanı boş bulan “ince hastalık” onları pek yakın olan mezarlığın yoluna erkenden sürüklemişti, ötekileri de 30’la 40 yaşları arasında aynı yere götürecekti. (Geri kalan kızlardan en küçüğü Anne (en) 29, ortancası Emily (emili) 30, en büyükleri Charlotte (şarlıt) da 39 yaşında ölmüştür.)

  • Edebiyat dünyasında Bronte Kardeşler olarak ad bırakan üç kız kardeş büyüdüler, 
  • hayatlarının çerçevesi hemen hemen hiç değişmedi. 
  • Okula gitmişler, İncil’in, din kitaplarının sınırını aşıp felsefe, tarih kitaplarına, şiire, romana doğru yönelmişti. 
  • Çevrelerini kısırlığını kapatmak ister gibi, hayal güçleri fazlasıyla işliyor, şiirler yazıyorlar, romanlar tasarlıyorlardı. 
  • İç dünyalarını hayalle doldurmak, 
  • bunları kâğıt üzerine aktararak yeni dünyalar yaratmak ihtiyacı onların
  •  İngiliz edebiyatının,
  •  hatta dünya edebiyatının temel taşlarından sayılacak eserler yaratmalarına imkân verdi.
Üç romancı kız kardeşin ortancası olan Emily Bronte, Kuzey İngiltere’de Thornton’da 20 Ağustos 1818’de doğdu, sonra balarının yeni görev yeri olan Haworth’a geldiler, orda büyüdü. Öteki kardeşleri gibi o da halasının eteği dibinde büyüdükten sonra, kendisinden iki yaş büyük olan ablası Charlotte’ın kanatları altına sığındı. Charlotte şimdi onlara annelik ediyor, okumalarıyla, iyi yetişmeleriyle ilgileniyordu. Üçü de ilk kalem denemeleri olarak şiir yazmaya başladıkları vakit de gene Charlotte önayak oldu, her üçünün şiirlerini bir kitap halinde bastırdı. 

  • Yalnız,
  • o devirde, 
  • o çevrede gerçek kişilikleriyle 
  • yazı hayatına atılmaktan çekinmişlerdi. 
  • Onun için, üç kız kardeşin 
  • bu ortaklama şiir kitapları 
  • Currer, Ellis ve Acton Bell adı altında çıktı. 
  • Yıl 1848’ti, 
  • Charlotte 29, 
  • Emily 27, 
  • Anne de 25 yaşındaydılar.
İki yıl sonra, 1847’de, her üçü birer roman yayımladılar. 
Gene, sırayla, Currer Bell, Ellis Bell, Acton Bell takma adlarıyla çıkan bu üç romandan 
Jane Eyre’i Carlotte, 
Wuthering Heights (Uğultulu Tepeler)i
 Emily, Agnes Grey’i de Anne yazmıştır.

Üç kız kardeşin hayatları gibi sanatları arasında da büyük bir benzerlik vardır; yalnız, bu alanda Charlotte’la Emily daha büyük bir kabiliyet göstermişler, Anne’in eserleri biraz sönük kalmıştır. 
Charlotte’la Emily kendi aralarında ölçülecek olursa iki kız kardeş aynı değerde olmakla birlikte konuyu işleyişleri bakımından değişiklik gösterirler: Charlotte sanki bir Külkedisi masalının çeşitlemelerini yazar; romanın baş kahramanı kendisine çok benzer, olaylar pek olmayacak şeyler gibi görünürse de bu esas kahramanı kuşatan çevrenin gerçekçi bir görüşle işlenmesi okuru bu kişinin karakterine inandırır.

24 Aralık 2014 Çarşamba

sessiz dost 
unutma dedi ilkyaz gecesi ilkyaz sabahına
güneş karışıyor ayışığının çekildiği sulara unutma
sabit kalır tahtaya konulan taş oynatılmaz
yaşamda yapılan büyük yanlışlar gibi.
tüm taşların değeri aynıdır doğadaki tüm varlıklar gibi
go karelerinin içinde değil kesişim noktaları üzerinde oynanır

kim bulabilir geçmiş zamandan daha büyük bir ülke
bir şairden daha sesiz bir dost
dostluğun şiirinden daha uzun bir dere

“Hakan Savlı”
Go Dersleri’nden

10 Aralık 2014 Çarşamba

Kitaplar Kargalar Çantalar

Sakalar,baştankaralar,ispinozlar,alakargalar.
Koruda bunlardan başka kuş kalmamıştı artık. 
Ve bir de kargalar. Nashe’e göre en iyisi kargalardı. 
Arada bir o tuhaf, cırtlak sesleriyle haykırarak sürü halinde çayırın üzerinden geçiyorlardı, 
Nashe de onları seyretmek için elindeki işi bırakıyordu. 
Kargaların böyle birden bire kaybolmalarını, hiçbir nedeni yokmuşçasına gelip gitmelerini seviyordu.

(PAUL AUSTER/ŞANS MÜZİĞİ (Sy 210))

Nashe anlamsız bir anın yalnızlığında bir duvar örmek zorunda bırakılmıştı. 
Kim tarafından? 
Şans mı? 
Tanrı mı? 
Rastlantı mı? 
Hiç umursamadı. 
Güneş batarken ya da doğarken çıkan bir duvarın üstünden geçen kargalar insanların ördükleri duvarlara gülüyorlardı. 
Kitaptan bağımsız; cama tıklayan kargalarla çocuklarını korkutanlara ne demeli. 
Postacı kapıyı iki kere çalınca ağzımızın suları akıyor ama kapıyı çalan karga olunca ürküyoruz. 
Aç karganın neyi çalacağı belli olmaz. 
Tok karınla çalan tek canlı insanoğlu olsa gerek. 
Çantalar göbeklere göre büyümekteler, her kuşun etini yemeye iştahlı ruhlarda.

Osmanlıcası: Babeyibarbürleyi haphup!

M.Bülent Bingöl