13 Kasım 2013 Çarşamba

Kentsel Dönüş(tür)me



Hüseyin Adıbelli
Karga İçin Yazdı

Neredeyse her gün birilerine ait yaşam alanlarının değiştirilip dönüştürüldüğünü görüyoruz. Ağlaya sızlaya ya da güle oynaya yerinden yurdundan koparılan insanlar artık her yerde karşımıza çıkar oldu. Adı dönüşüme karışmamış yerleşim yeri neredeyse yok gibi…
  • Endüstriyalist kapitalizm, 
  • güçsüzleri, kuralsızları, 
  • düzensizleri
  • ya da kısaca norm dışı ilan ettiği her şeyi kontrol altına alabileceği yapay alanlara naklediyor. 
  • Öte yandan çevresinde olumlu hava estiren bu kavramın peşinden koşarak gidenlerin bile çok geçmeden sudan çıkmış balığa dönmesi bize bir şeylerin yanlış gittiğini gösteriyor.
  • O insanlar önlerine konan sosyal,
  • kültürel ve ekonomik bariyerleri görünce dönüşmenin ne menem bir şey olduğunu anlıyorlar anlamasına da seslerini yükseltmeye başladıklarında çoktan ok yaydan çıkmış oluyor. 
  • Kentsel birlik formatına rağmen bir kopuş sürecine dönüşen bu hoyrat serüven aslında kadim kent tanımına aykırı düştüğü gibi bir yerde de insanlık tarihine ihanet ediyor(!)
Zira kentler yaşayan birer organizma olarak görülmektedir. Uzun yıllara dayalı yaşam biçimini teknoloji, sosyal veya kültürel alanındaki gelişmelerle kademeli olarak yenileyebilme yeteneğine sahiptir. Bu yüzden sosyal ve kültürel doku değişmeden, entegrasyon ya da etkileşim dikkate alınmadan yapılan günümüzdeki planlamalar kısa sürede iflas ediyor.
Oysa Antik Çağ’da kent deneyimler, ortak akıl ve işbölümü ile dinamik hale getirilmiş bir ortamdır. Böylelikle yöneticisinden kölesine kadar işbölümü ile uzlaşma, bir arada yaşam kültürü oluşturulmaktadır. Onu parçaladığınız takdirde kent olabilmenin yapı taşları dört bir yana dağılmaktadır. Gerçi mülkiyet hakkı kentlerde çok erken dönemlerde maddileşse de baştan beri rekabet ortamının kurulması yenilenmeyi sağlamaktadır. Tüm bunlara bakarak günümüzde de kenti kent yapan insan öğesinin ruh ve bilinç oluşumundaki varlığını işin işine katmak gerektiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Katılmadığı sürece de yeni terk edilmiş sitelerin ortaya çıkması kaçınılmaz gözüküyor. Kaldı ki bugün hedef tahtasına konan kent ve binalar değil, temelde insan, hayat ve zihniyet olmaktadır.
  • Öte yandan kentler kır yapısından ne kadar uzaklaşmışsa üretim dinamikleri ile zaten kendi yapılarını sürekli değiştirebilmekteler.
  • Onların böyle olmaya zorlayan biyolojik bir yapıları mevcut. Kent tarihçileri şehirlerin dönüşümlere sadece şahit olan değil aksine onları etkileyen ve yön veren birer güç olduğu konusunda hemfikirler. 
  • Tarihte devingenliklerini kaybeden kentler kısa sürede toprak altına gömülüp giderken, ayakta kalanlar sağlıklı mekanizmalarının sağladığı enerji ile yoluna devam ediyor.
  • Tabi bugünkü dönüşüm anlayışının özünde büyük sermayenin olması da ayrı bir konudur. 
  • Sermaye mantığı proje yapmaya hevesli olduğundan da yaptıklarının merkezinde insan hep geri plandadır. 
  • Doğası gereği bilime inanmayanların plânlamalar yapması mantığına aykırı olduğundan proje adı altında yapılanlar mekan üzerinedir. 
  • Bu yolla tarih boyunca hep dönüşmüş olan kentler artık Fordist düşünceyle dönüştürülmekte, hatta bazı yerlerde bazı eller tarafından bölüştürülmektedir.
Kim ne derse desin, rant mutlaka taraflardan birinin kasasına giriyor. Bu noktada da yerinden yurdundan edilenlerin cebine girmediği muhakkak.
Neoliberal politikalarda zaten bu yeni kentleşme modeli gelir dağılımındaki bozukluk üzerinden yürütülüyor. Sağlıksız, kaçak yapılaşma ya da sit kararları bahanesiyle hizmet götürülmeyerek fonksiyonları bozulan çöküntü alanları tepeden inme politikalarla kolayca ranta dönüştürülebiliyor.
Liberal yaklaşımlar kırık döküklüğü tamir etmek yahut çöküntüleri kurtarmak yerine dibine kibrit suyu ekme eksersizini her zaman olduğu gibi layıkıyla yerine getiriyor.
Toplu konut adacıklarına taşınmaları halindeyse insanı kapitalizmin istediği kıvama getirme projesi gerçekleşmiş oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder